ATEİST Coğrafyacı ARKADAŞIMA MEKTUP

Sen coğrafyacısın; yeryüzünün şekillenmesi, dağların, ovaların, nehirlerin, denizlerin, iklimlerin oluşumu, bitki örtüsü ve hayvan dağılımı, tüm doğal mekânsal düzeni inceliyorsun. Dünya gezegeni, sadece bir toz zerresi kadar küçük evrende, ama üzerinde hayat kaynayan bir cennet misali. Coğrafyanın farklı alanlarında doğal süreçlerin rastgele değil, belirli kanunlar çerçevesinde işlediğini görüyorsun. Yerkabuğunun tektonik hareketleri, volkanik faaliyetler, rüzgârlar, yağış rejimleri, ısı dağılımları hep belli bir mantık takip ediyor.

Dünya’nın Güneş’e olan uzaklığı, eksen eğikliği, dönme hızı, atmosfer bileşimi, manyetik alanı, su döngüsü… Bu unsurlar tesadüfen mi bir araya gelip yaşanabilir bir ekolojik denge oluşturdu? Bilirsin ki gezegenin şeklindeki ufak bir değişiklik, atmosferdeki azıcık bir bileşim farkı, suyun bulunmaması ya da belirli bir sıcaklık aralığına sahip olmamak, hayatı imkânsız kılar. Oysa Dünya, adeta özel olarak tasarlanmış bir ekolojik yuvaya benziyor.

Biyocoğrafya da sana bu gerçeği fısıldıyor: Canlılar, bulundukları ortamın özelliklerine şaşılacak kadar uyumlu. Tropikal yağmur ormanındaki bitkiler, kutuplardaki canlılar, çöllerdeki kaktüsler, hepsi sanki bulundukları coğrafyayla uyumlu olacak şekilde tasarlanmış. Bu uyum rastgele mutasyonların ürünü ise, nasıl bu kadar yerinde, zamanında ve kusursuz gelişebildi?

Nehirlerin akışı, dağ sıralarının konumu, ticaret yollarının oluşumu, tarım arazilerinin verimliliği… Coğrafi koşullar, insan topluluklarını da şekillendirdi. Uygarlıklar genellikle su kaynaklarının olduğu verimli topraklarda, iklimin uygun olduğu alanlarda gelişti. Bu kadar ölçülü bir düzen, toprağın bileşimi, mineralleri, bitki örtüsünün dağılımı, hepsi rastgele bir sürecin çıktısı olabilir mi? Coğrafya, insana: “Dünya senin yaşayabileceğin, nimetler bulabileceğin, kendini geliştirebileceğin bir sahne” diyor. Bu sahneyi kim kurdu?

Coğrafik formların oluşması da öyle basit değil. Dağların yükselmesi, okyanus havzalarının şekillenmesi, kıta hareketleri, maden zenginlikleri, her biri sanki planlı bir çalışma sonucu ortaya çıkmış. Mesela tam insanın ihtiyaç duyduğu elementler yer kabuğunda bulunuyor, tarıma elverişli topraklar, meyve-sebze yetiştirmeye uygun iklimler mevcut. Rastlantıya dayalı bir süreç niçin böylesine insana konuksever davranıyor?

Dünyanın atmosferinin oksijen, azot, karbondioksit dengesini, suyun bolluğunu, toprağın mineral yapısını düşün. Bunlar birbirinden bağımsız faktörler değil, sanki zincirin halkaları gibi birbirini tamamlıyor. Atmosfer olmasaydı kozmik radyasyon hayatı yakardı. Su olmasaydı kimyasal süreçler canlılar için imkânsız olurdu. Toprak olmasaydı bitki örtüsü, dolayısıyla gıda zinciri oluşmazdı. Bu mükemmel bütünlüğü neye bağlayacaksın?

Ayrıca jeomorfolojik süreçler belli bir düzen içinde işliyor, rüzgârlar belli iklim kuşaklarını oluşturuyor, deniz akıntıları iklimleri yumuşatıyor, yağmur ormanları suyu tutuyor, buzullar iklim dengesine katkı sağlıyor. Tüm bu etkileşim, komple bir sistemin parçaları gibi çalışıyor. Bir saat mekaniği kadar uyumlu bu sistem, kendi kendine mi işliyor?

Milyonlarca yıllık jeolojik süreçler sonucu oluşmuş dengeler, canlı türlerinin belli coğrafyalara uyarlanması, ekosistemlerin birbirini beslemesi… Tüm bunlar, eğer bir planlayıcı zihin olmadan gerçekleştiyse, neden bu kadar mantıklı, işlevsel, dengeleyici bir yapıya sahip? Kaos, nasıl bu kadar anlamlı bir düzen doğurmuş olabilir?

İnsan, bu coğrafi nimetten faydalanarak medeniyetler kuruyor. Madenleri çıkarıyor, gıda üretiyor, iklim avantajlarını kullanıyor. Eğer dünya tamamen anlamsız bir enkaz, karmaşık bir çöplük olsaydı, insan orada nasıl medeniyet kuracaktı? Bu potansiyeli kim yerleştirdi? Coğrafya, insana yaşam için ideal koşulları sunuyor gibi. Bu cömertlik, bu misafirperverlik nereden geliyor?

Sen ateist bir coğrafyacı olarak belki “Doğa böyle” diyeceksin. Ama “böyle” olan doğa, neden son derece hesaplı, ölçülü, anlamlı bir yapıya sahip? Tesadüf, böylesi bir organize yapı üretecek güçte midir? Yoksa doğa, kendisi aşan bir Yaratıcının kanunlarıyla donatıldığı için mi bu kadar kusursuz görünüyor?

Coğrafya, mekânsal düzenin boş bir fon olmadığını, bilakis yaşamın sahnelendiği, insanın anlam arayışına zemin hazırlayan, dengeli bir oyun alanı gibi kurulduğunu fısıldıyor. Bu sahneyi sadece kör tesadüfe bağlarken, aslında coğrafyanın ortaya koyduğu açık işaretleri görmezden gelmiyor musun?