ATEİST Edebiyatçı ARKADAŞIMA MEKTUP

Sen bir edebiyatçısın; dilin estetik kullanımı, şiir, roman, öykü, mit, destan, sembolik anlatımlar, edebi üsluplar, felsefi temaları barındıran metinleri analiz ediyorsun. Edebiyat, insana özgü bir mucize. Harflerden, sözcüklerden anlamlı, derin, duygusal, metafizik boyutları olan kurgular üretiyorsun.

Bir şiir düşün: Sadece kelimelerden ibaret ama insan kalbinde derin duygular uyandırıyor, insana sonsuzluğu, aşkı, ölümü, anlamı, ruhsal bir titreşimi hissettiriyor. Rastgele kimyasal reaksiyonların ürettiği bir beyin, bu kadar derin manevi titreşimi nasıl yakalayabilir? Bu sanat zevki nereden geliyor?

Edebiyat kültürlerüstü bir olgu; her medeniyetin mitleri, destanları, kutsal metinleri, şiirleri, hikâyeleri var. Bu ortak arayış, insanın içindeki metafizik ihtiyaçtan besleniyor olabilir mi? Sırf hayatta kalmak için mi destanlar yazıldı, aşk şiirleri üretildi, trajediler sahneye kondu? Hayır, insan duygularını, varoluşsal sancılarını, aşkın özlemini kelimelere döktü.

Edebi metinlerde sıkça yer alan tema: Ölümsüzlük arayışı, aşkın gerçekliğe özlem, adaletin tecellisi, mutlak iyilik, erdemli kahramanlar… Bu temalar neden evrensel? Hangi evrimsel ihtiyaç insana mutlak doğruluk, ebedi hayat, tanrısal adalet özlemi aşıladı? Edebiyat insanların içindeki ilahi kodun sanatsal dışavurumu olamaz mı?

Masallar, mitler, efsaneler, insanın sırf mantıksal çıkarımlarla değil, sembollerle, hikâyelerle, arketiplerle hakikati aradığını gösterir. Carl Jung gibi düşünürler, ortak bilinçdışı arketiplerden bahseder. Bu arketipler kültürler boyunca tekrar eder. Tesadüfen mi? Yoksa insan zihnine aşkın bir gerçeklik izlenimi işlenmiş de onun anlatısını her devirde üretip duruyor mu?

Edebiyat, insanı “gerçeğin” ötesine götürür. Fantastik kurgular, mitolojik anlatılar, masalsı evrenler, hep bu dünyanın sınırlarını aşan diyarları tasavvur eder. Neden insan hayalini göklere, uhrevi âlemlere, tanrısal boyuta, sonsuzluk kavramına çeviriyor? Eğer bunlar tamamen boş bir kurguysa, neden her medeniyet benzer konulara yönelmiş?

Trajedilerde insanın acıyla yüzleşmesi, komedilerde hayata gülümsemesi, epik şiirlerde kahramanlık yüceltmesi… Hepsi insanda madde ötesi erdemleri, idealleri tetikliyor. Maddi çıkarın ötesine geçen bu duygu yoğunluğu, insanda aşkın bir ihtiyaç yarattığının kanıtı değil mi?

Kutsal metinler, edebiyatın en derin şekli. İlahi vahiy iddiaları, insanlara bir rehberlik sunan metinler, dilin bütün imkânlarını kullanarak insan ruhuna sesleniyor. Eğer hiçbir ilahi gerçek yoksa, bu kadar etkili, kalıcı, dönüştürücü metinler binlerce yıl nasıl varlığını korudu? İnsan neden bu metinlerde derin bir huzur, tatmin, anlam buluyor?

Bir romancı dünyayı yeniden kurgular, karakterlerine ruh üfler, onlara anlamlı bir hikâye çizer. Yarattığı kurmaca evren mantıklı, tutarlı, anlamlıdır. Şimdi sen evrenin kendisine bak: Koca evren de anlamlı, tutarlı, mantıklı bir dille yazılmış bir kitap gibi. Bir edebiyatçının romanı yazar olmadan ortaya çıkamaz; peki Evren’in bu ince ayarlı anlamını kim yazdı?

Dilin ve edebiyatın insan zihnine sağladığı bu metafizik sıçrama, tesadüfle açıklanamaz. İnsan kelimelerle tanrısal sırları sorgular, sonsuzluk düşleri kurar, metafizik gerçekleri ifade eder. Bu potansiyeli veren kim? Eğer bir Yaratıcı yoksa, insan neden O’nu hayal edip O’na sesleniyor, O’nu şiirlerinde, dualarında ağırlıyor?

Edebiyat insana şunu söyler: Sen sadece et ve kandan ibaret değilsin, senin ruhun, zihnin, kalbin, metafizik bir manaya aç. Bu açlık gerçek bir Kaynak olmadan oluşabilir mi? Edebiyatın kendisi insanın ilahi bir boyuta kodlandığını ispatlayan bir ayna olabilir. Bu aynayı kırıp “Hepsi tesadüf” diyebilirsin, ama geriye tatminkâr bir açıklama kalır mı?