Agnostik Matematikçi ARKADAŞIMA MEKTUP
Soyut mantık ilkeleri, aksiyomatik sistemler, teoremler, ispatlar, sonsuzluk, türev, integral, kombinatoryal düzenler, cebirsel yapı, sayılar teorisi… Bunların dünyasında ölçülebilir şüpheye her zaman yer var, ama aynı zamanda “mutlak doğruluk” fikrini de matematiksel ispatlarda deneyimliyorsun. Bir denklemi yanlış çözdüğünde veya bir ispatta en ufak kusur yaptığında her şey çöküyor. Dünyada nerede olursa olsun, aynı matematiksel sonuçlar geçerli. Bu evrensel dil, sanki “soyut âlemde” değişmez bir gerçeklik varmış hissini uyandırıyor.
Agnostik bir matematikçi olarak diyorsun ki “Matematik benim için apaçık, evrensel; ama Tanrı kavramı aynı kesinlikte değil. Dolayısıyla ben ne var ne yok diyebiliyorum.” Peki, bu “her yerde geçerli” ve “kusursuz” olma özelliğini nasıl yorumluyorsun? Her formülün milyonlarca farklı uygulamada aynı sonucu vermesi, evrende “matematiksel bir düzen” olduğunu göstermiyor mu? “Belki rastlantı, belki kendi aklımızın icadı” demek, bu kadar muazzam bir tutarlılığı hafif görmeyi gerektirir. Ama “bilmiyorum” konumu, “Aklımızın ötesinde mutlak bir kaynağın varlığı”na da kapıyı açık bırakmalıdır.
Evrenin Matematiksel İnceliği
Fizikçiler, “Evren neden bu kadar matematiksel?” diye sık sık sorar. Gerçekte sen de bir matematikçi olarak bu durumu fark ediyorsun: Işık hızı, Planck sabiti gibi sabitler, gezegen yörüngelerinin Kepler yasalarına uyması, hatta kuantum düzeydeki karmaşık denklemlerin gerçeği tam isabetle yansıtması… Tüm bunlar “mükemmel matematiksel bir zemin” olduğunu gösterir. Rastgele süreçler, normalde kaos üretir. Fakat evrende en derin katmanda bile matematiksel modeller işliyor. Tekrar “Bilmiyorum” diyebilirsin. Fakat “Bu kadar kusursuz düzen, belki de bir Akıl sahibi yaratıcının eseri” diyenlere de “Yanlışsınız” deme hakkın yok; zira veriler en az o kadar onlara da işaret edebilir.
Sonsuzluk fikri, irrasyonel sayılar, karmaşık fonksiyonlar, grup teorisi, cebirsel topoloji… Hepsinde “soyut” ama “gerçekten var olan” bir âleme dair sezgiler taşıyorsun. Bazı matematikçiler, “Matematik keşfedilir, insan icadı değil” diye ısrar eder. Bu, “Matematik, insan zihninden bağımsız, aşkın bir gerçeğin yansımasıdır” tezine varır. Eğer matematik zaten öyle aşkın ve ezelî bir gerçekse, “Onu var eden, sürdüren, evrene işleyen bir mutlak kaynağın olması” da makul değil mi?
Mutlak Doğrular ve Tanrı Fikri
Matematiksel ispat, bir kez doğru ispatlandı mı, evrensel ve zamansız kabul edilir. “2+2=4” yüzyıllar önce de böyleydi, şimdi de böyle. Bu “değişmez gerçek” fikri seni “Evrende değişmeyen bir sabite, mutlaklık” arayışına sürükler. Tanrı kavramı da “Mutlak varlık” olarak tanımlanır. Aralarında bir benzerlik var: Matematikte “Teorem bir kez ispatlandığında sonsuza dek doğrudur”; teolojide “Tanrı ezelden ebede var olandır.” “Bilmiyorum” demek, bu benzerliği tesadüf saymayı gerektirir mi? Yoksa “Belki de matematik, İlahi aklın insan zihnine yansımasıdır” tezine kapı açmak daha mı mantıklı?

Eğer “ilahi bir bilinç” yoksa, niçin sonsuzluk, mutlaklık, ideal gibi kavramlarla boğuşuyoruz? Niçin insan zihni, evrensel doğruları keşfedebilecek potansiyelde yaratılmış? Agnostik tutum, “Bilemiyorum ama rastlantı olabilir” şeklinde kalırsa, gerçekte “bu kadar muazzam bir tablo, neden rastlantı olmasın ki” noktasına saplanır. Fakat istatistiki açıdan bakıldığında bile “her koşulda tutarlılığını koruyan matematiksel düzen”in oluşması fevkalâde düşük bir olasılık.
Peygamberler ve ‘Dengeyi’ Koruma Tezi
Matematik, denge ve ölçüyle ilgilidir. Pek çok din, “Allah her şeyi ölçüye göre yarattı” der. Kur’an’da sıkça “mizan” (ölçü, denge) vurgusu yapılır. Peygamberler, “Dengeli olun, haksız ölçü tartmayın” diye toplumu ahlaken de düzeltmişlerdir. Burada soyut matematiksel adalet ile manevî rehberlik örtüşür. “Herkese hakkını tam ver” ilkesi, “1, 2, 3” kadar açıktır aslında. Madem matematikçisin, haksızlığın ‘dengeyi bozmak’ anlamına geldiğini sezersin. Tarihsel olarak bu “ahlak dengesi” bozulduğunda, bir peygamber çıkar, “Bu dengeyi koruyun, aksi hâlde çöküş olur” diye uyarır. Anlatılan kıssalarda toplumsal adaletsizliğin, ölçü-tartı yolsuzluklarının, hırsızlığın, gasbın, ifsadın peygamber uyarılarıyla düzeltilmeye çalışıldığını görürsün.
Bu “rutin” çok tuhaf değil mi? Milyonlarca yıl, pek çok farklı coğrafyada “Peygamber” figürüyle tekrar eden “Dengeleri düzeltme” çabası var. Hepsi efsane olsa, niçin bu kadar aynı “tema” yüzyıllar, binyıllar boyunca tekrarlansın? “Bilmiyorum, sadece kültürel bir tekrar” demek, belki de “ilahi bir analoji”yi gözden kaçırmak olur: “Evrenin fiziksel-matematiksel sabitlerini koruyan Yaratıcı, toplumsal-manevî dengede de yıkımı önlemek için elçiler gönderiyor.”
Sonsuzluk Meselesi
Matematikte en çetrefilli konulardan biri “sonsuzluk”tur. Georg Cantor’un küme teorisi, farklı sonsuzlar, Hilbert’in otel paradoksu vb. Pek çok matematikçi, “Zihnimiz sonsuzu kavrayabiliyor ama bu kavrayışa maddi bir karşılık arayamıyoruz” diyor. “Tanrı da sonsuz, aşkın varlık” diye tanımlanır. Aklımızın “sonsuz”a dair merakı, belki O’na dair bir sezginin ifadesi. “Bilmiyorum, basitçe zihnin kurgusu” diyebilirsin, ama bu kadar derin ve evrensel bir kurgunun “gerçek bir kaynağı” olması daha doğal değil mi? Tıpkı matematiğin ‘icattan çok keşif’ olması gibi, sonsuz fikri de “zihnimize dışarıdan gelen aşkın bir gerçek” olabilir.
Agnostik Misyon ve İnanç İmkânı
Agnostik matematikçi olarak, “Kanıt beklerim” demen doğal. Ama “matematikte var olan kanıt” ile “Tanrı’nın varlığına dair metafizik kanıt” aynı ölçü aletlerine sığmaz. Yine de evrensel geçerlilik, ölçü-tutarlılık, sonsuzluk, aksiyomatik temel gibi kavramların her biri “İlahi fikri” yakınlaştırıyor. Üstelik peygamberlerin “adalet, hakkaniyet, dürüstlük” mesajıyla matematiksel gerçeğin “tutarlılık, kesinlik, doğruluk” ilkesi arasında ince bir parallelik görmüyor musun? Evrenin maddi varlığında saklı onca matematik, “her an devrede bir Hesaplayıcı” var diyenleri hiç haksız kılmıyor.
Belki “Ben hâlâ emin değilim” diyorsun, ama “Bilmiyor” olman, “Bu kadar uçsuz bucaksız bir ‘matematik-evren’ kozmik akılla inşa edilmiş olabilir” ihtimalini yok saymamanı gerektirir. Bir de “peygamber” boyutunu eklediğinde, “O kozmik Akıl, insanların toplumsal ve manevi hayatında da düzeni sağlamak için rehberler göndermiş olabilir” tezi var. Bu tam da “Tevafuk mu?” dedirtecek kadar ilginç bir eşleşme: Fizik-matematikte ince ayar, toplumda ilahi rehberlik. “Bu kadar hassas plan nasıl aynı anda rastgele olur?” sorusu, “Pek de makul değil” cevabına yol açar.
Sonuç
Agnostik matematikçi, “Ben ispatlanamayan hiçbir şeye boyun eğemem” diyor olabilir. Ama matematiksiz bir evrenin var olamaması, soyut ideal formların “gerçeğe” bu kadar mükemmel yansıması, senin “bilmiyorum”unu sorgulatmıyor mu? Tersine, “Belki de var” demek pekâlâ rasyonel geliyor. Çünkü “boş bir rastlantıyla böylesine tam oturmuş denklemleri” açıklamak, zannedilenden daha da zorlu görünüyor.
Peygamberlerin mesajlarına gelince, “Hakikat, doğrunun ta kendisi” vurgusu da bir nevi “mutlak doğruluk” arayışına benziyor. “Allah katında her şeyin ölçüsü vardır” ifadesi, “Matematiksel düzen, ilahi takdirle her an hüküm sürüyor” şeklinde okunabilir. “Bilmiyorum” demek, “peki, o da olabilir” sonucuna kapıyı açık bırakmaksa, belki de sıradaki adım “Bu kadar denk geliş sadece olabilir değil, belki büyük ihtimal” diye düşünmek olmalı. Çünkü her yeni matematik keşfinde “bu kadar estetik, bu kadar tutarlı” diye şaşırıyorsun. Tıpkı bir mühendisin kusursuz plan gördüğünde “Bu planı yapan bir usta var” diye hayran kalması gibi.
Matematiğin sonsuza giden yolunda, “aşkın” bir gerçeğe doğru gidiyor olabilirsin. Ki bu “aşkın gerçek,” peygamberler aracılığıyla insan diline “vahiy” ve “ahlak” olarak inmiş olabilir. Eğer “bilmiyorum”la yetinirsin, belki en derin gerçeği ıskalama riskine girersin. O hâlde “İhtimal var ve çok güçlü” diyebilmek, seni iman kapısına yöneltebilir. Zira varlık, tıpkı bir “muhteşem denklem” gibi, her satırında “ilahi aklın” izini taşıyor.