Agnostik Siyasetçi ARKADAŞIMA MEKTUP

Güç, iktidar, devlet, yönetim biçimleri, uluslararası ilişkiler, meşruiyet, adalet, anayasa… Siyaset biliminin konularını iyi bilirsin. Fakat tarihi izlerken yalnızca kaba kuvvetin değil, “ahlaki meşruiyet”in de yönetimleri ayakta tuttuğunu görüyorsun. Halkın rızası, adalet inancı, yöneticiye duyulan güven… Tümü soyut ama çok etkili faktörler. Kimi zaman en güçlü diktatörler bile meşruiyetini kaybedince yıkıldı, kimi zaman zayıf görünen liderler “ahlakî otorite” sayesinde devletin başında kaldı.

Agnostik bir siyasetçi olarak, “Bu ahlakî otoriteyi din, peygamber ve ilahi emirlerle bağdaştırmak zorunda değilim, tamamen toplumsal sözleşmeden doğuyor olabilir” diyorsun. Ama tarihte sayısız defa, hükümdarların “Tanrı’nın emrini çiğnedikleri için” otoritesini kaybettiğini görüyoruz. Toplumlar, dini referansla meşruiyet sağlıyorlar. “Devlet yönetmek sadece güç kullanmakla olmaz, üst bir yasa tanımak gerek” fikri birçok dinde “ilahi yasa” olarak formüle edilmiş. Bu “ilahi yasa”yı getirenlerse genelde peygamberler veya onların izini süren din âlimleri. Rastlantı mı?

Tarih boyunca krallar kendilerini “Tanrı-Kral” ilân etmek istediler. Fakat peygamberlerin tevhid çağrıları, “Tek ilah var ve kral, Tanrı’nın kulu” diyerek mutlak otoriteyi kısıtladı. Bir siyaset bilinci olarak bu önemli, çünkü insanlık bu sayede “kralların keyfî yönetimi”nin ötesine geçti. Yöneticiler, ilahi ahlaki ölçülere boyun eğmek zorunda kaldı. Bu, özgürlükçü ve adil düzenlerin temel dinamiği olabilir. “Bilmiyorum” diyebilirsin ama “ilahi otorite” fikrinin birçok siyasal devrime ilham verdiğini inkâr edemezsin. Eğer “Tanrı yoktur, peygamberler de salt efsane” dersen, kralların karşısında bu kadar güçlü meşruiyet kaynağını nasıl açıklayacaksın?

Adalet, merhamet, insan hakları gibi kavramlar da salt seküler felsefeden değil, çoğu zaman peygamberlerin getirdiği dinî prensiplerden güç almış. Hz. Musa’nın “on emir”i, Hz. Muhammed’in “emanet, hak gözetme, zulme karşı durma” ilkeleri… Bunlar, siyasal düzeni asırlarca şekillendirdi. “Bilmiyorum, belki de kültürel akımdı” demek, bu ortak kaynağı hafife almaktır. Ortada bir “evrensel ahlakî yasa” var ve insanlık tarihinin büyük reformları büyük ölçüde peygamber rehberliğinde gerçekleşiyor. Agnostiksen, “Bu da bir ihtimal” diyebilir misin, yoksa “kesinlikle değil” mi diyorsun? O zaman “bilmiyorum” kimliği sarsılır.

Meşruiyet, yönetilenlerin yönetime rıza göstermesini gerektirir. Rıza, bazen dünyevi menfaatle, bazen de manevî ikna ile sağlanır. Tarihte toplumları huzurla yöneten birçok hükümdarın, “peygamberin getirdiği kurallara sadakat” esasına bağlı kaldığına rastlıyorsun. Devletin anayasası, temel hak ve özgürlükler, cezalar… Hepsi “ilahi emir” çerçevesinde şekillenince halkın rızası artıyor. Bu fenomene dair “kör tesadüf” açıklaması mümkün mü? “Belki de Tanrı gerçekten bu ilkeleri insanlığa öğretti” demek, “Bilmiyoruz” diyen birinin masasında olmalı.

Peygamberlerin getirdiği mesajların siyasal düzeni nasıl revize ettiği örneklerle dolu: Hz. Muhammed Arap Yarımadası’nda kabile asabiyetini bitirip tek bir ümmet kimliği inşa etti. Hz. Musa, köleliğe başkaldıran bir toplum kurdu. Hz. İsa, güçlünün zulmüne karşı sevgi ve merhametle karşı durdu. Toplumlar bu ilkeler etrafında toplanıp asırlık medeniyetler doğurdu. “Bilmiyorum, ama Tanrı yoktur” diye çıkarsan, “Bu peygamberlerin siyasal deha veya tesadüfi liderler” olduğunu iddia edersin. Tamam, ama birbirinden habersiz coğrafyalarda aynı tür köklü ıslahı başarabilmeleri garip değil mi?

Eğer “Agnostik bir siyaset bilinciyim” diyorsan, “Belki de gerçekten her dönemde Allah elçi yollayarak toplumu düzeltmiş” varsayımını dışlayamazsın. Dışlıyorsan, “Ben bilmiyorum” demekle çelişirsin. Çünkü siyasal tarihte peygamber figürü, sıradan bir liderlik modeli gibi durmuyor; kendisinde “ilahi yetki” gören ve kitleleri uzun asırlar etkileyen önderler. Hem de şiddet zoruyla değil, inanç ve meşruiyet temelli bir ikna gücüyle.

Siyaset biliminden anlıyorsun: Güç, tek başına yetmez; meşruiyet gerekir. Meşruiyet, toplumun içselleştirdiği ahlaki temellere dayanınca köklü ve kalıcı olur. Bu ahlakın büyük kısmı, peygamber menşelidir. “Bilmiyorum” diyerek “ilahi boyutu” görmezden gelmek, en azından nötr bir yaklaşım sayılmaz. “Tanrı gerçekten var ve resuller aracılığıyla siyasal düzeni de tanzim etti” diyenler, tarihsel verilerle çelişmiyor. Aksine epey destek buluyor. Öyleyse “Agnostik” kimliğinle, bu “ilahi siyaset” tezine dudak bükemezsin. Belki bir adım öteye geçip “Gerçekten inanmam mı gerekiyor?” diye sorgulaman, pekâlâ mantıklı olur. Çünkü “bilmeme”yi aşıp “var olabilir” demek, gördüğün siyasal düzen tecrübeleri açısından daha anlaşılır duruyor.