Agnostik Doktor ARKADAŞIMA MEKTUP
İnsan bedeninin muhteşem mekanizmalarını, organların birbiriyle ahenkli uyumunu, bağışıklık sisteminin inceliklerini ve tıbbi müdahalelerin karmaşıklığını en iyi sen bilirsin. Bir hücrenin nasıl çalıştığı, hormonların nasıl salgılandığı, kalbin ne kadar düzenli attığı, beyin-sinir ağının olağanüstü veri işleme kabiliyeti… Tıp eğitimi ve pratik uygulama sürecinde gördün ki en basit bir damarın tıkanması bile ölümcül sonuçlar doğurabiliyor; ama milyarlarca damarın, hücrenin, sinir iletilerinin çoğu zaman kusursuz işleyişi sürüyor. Öte yandan, hastalıklar, travmalar, enfeksiyonlar devreye girince “tedavi ve bakım” olmazsa sistemin çökmesi an meselesi oluyor.
Agnostik bir doktor olarak “İnsanın anatomisi ve fizyolojisi şaşırtıcı bir mühendislik” diyorsun belki ama “Bu düzeni kim kurdu, gerçekten bir Yaratıcı mı var yoksa tesadüf mü, bilemem” diye ekliyorsun. Burada soru şu: Bu kadar mükemmel organizasyonun “kendiliğinden” mi oluştuğu yoksa sürekli gözetilen ve korunan bir “ilahi tasarımın” sonucu mu olduğu hususunda “bilmiyorum” tavrı seni nereye getiriyor? Hakikaten, muayene ettiğin her hastada, incelediğin her doku parçasında, okuduğun her tıbbi vakada “Bu kadar hassas düzen” karşısında şaşırmıyor musun?
Vücudun Hassas Dengesi
Doktorluğun temeli, vücudun “homeostaz” denilen iç dengesini korumasına dayanır. En ufak bir bozukluk –kanda pH dengesi, hormonlarda aşırı veya yetersiz salgı, bağışıklık sisteminin yanlış hedeflere saldırması– insanı ağır hastalıklara götürür. “Kendini onarma” ve “savunma” mekanizmaları son derece karmaşıktır. Bir organizmanın bu kadar ince hesaplarla çalışması, “bilmiyorum ama kendiliğinden de olabilir” ifadesini sorgulatır. Bir doktor olarak biliyorsun ki en basit doku onarımı veya yara iyileşmesi bile aslında mikroskobik ölçekte olağanüstü bir süreçtir.

Agnostiksen, “Belki de doğa yasaları yeterli açıklama sunuyor” diyebilirsin. Ama “bu yasalar nereden geldi, nasıl bu kadar isabetli işliyor?” sorusunu göz ardı edersen, “bilmiyorum” tavrın bir bakıma “varsa bile umurumda değil” yaklaşımına kayar. Çünkü hekimliğin tam ortasında “mükemmel koordinasyon” gerçeği var; senin ameliyat masasında veya muayene odasında şahit olduğun türlü anatomik detay, “bir ustalık” izlenimini güçlendiriyor.
Sürekli Bakım Gereksinimi
Hastalarla ilgilenirken görüyorsun ki “bakım” olmadan en ufak hastalık bile ölümcül olabilir. O hâlde milyarlarca insanın bedeni, aynı zamanda milyarlarca hayvan türünün bedeni, sayısız bitkinin canlılığı… Hepsi “bir şekilde” sürekli takip edilip devasa bir organizasyonla sağlıklı kalıyor. Rastlantı diyebilir misin? En ufak “iç düşman” (virüs, bakteri, kanser hücresi) savunmayı aştığında ölüm gelebiliyor. Peki nasıl oluyor da milyonlarca faktör bozulmuyor veya bozulsa da tamir ediliyor? “Bilmiyorum ama kendiliğinden işliyor” mu diyeceksin, yoksa “Her an bir gözetim var ve bu müthiş sistem, Yaratıcının takdiriyle işliyor” diyenlere de hak mı vereceksin?
Agnostiksen, “Bilmiyorum” diyerek kapıyı her seçeneğe eşit aralıkla bırakmalısın. Fakat pratikte “bence kendi hâlinde gelişmiştir” gibi bir eğilimin varsa, aslında “bilmeme”yi değil, “tanrısızlık” ihtimalini kayırıyorsun demektir. Hâlbuki doktorluk tecrüben canlılığın ne kadar nazik olduğunu, en küçük değişiklikte çökebileceğini sana her gün öğretiyor. Çökmediğine göre, her an “tamir mekanizmaları” devrede olmalı.
Toplumsal Organizma ve Peygamberler
Tıpta beden, “organizma”dır. Toplumlar da “sosyal bir organizma” gibi. Tarihsel olarak “yozlaşma, ahlakî hastalıklar, zulüm, korkunç çöküşler” yaşandığında toplum da “hastalanıyor.” Sonra “doktor” gibi peygamberler ortaya çıkıp “ilahi reçeteler” yazıyor: Ahlakî prensipler, adalet, merhamet, vicdan. Bunlarla toplum “iyileşiyor.” Gözümüzün önündeki vakalardan biri: Hz. Muhammed, cahiliye dönemindeki Arap toplumunu kısa sürede değiştirdi; Hz. İsa sevgi ve merhamet temelli mesajla Roma dünyasını etkiledi; Hz. Musa kölelik hastalığını tedavi etmeye çalıştı. Agnostiksen, “Hepsi rastlantı” diyemezsin. Çünkü “hastalık anında tam zamanlı doktor gönderme” gibi görünen bir düzenlilik var. Belki de “Yaratıcı, biyolojik bedeni onarmakla yetinmiyor, sosyal-bedeni de peygamberlerle onarıyor” diyenler haksız mı?
Sen bir doktor olarak, “Tedavisiz bırakılan hastanın hâli ne olur?” diye bilirsin. Hiç de iyi olmaz. Oysa insanlık tarihi defalarca ciddi etik, manevi çöküntü geçirdiğinde “peygamber müdahalesi” ile iyileştiği anlatılıyor. Bunun sadece kültürel tesadüf sayılması, en az “ilahi plan” iddiası kadar inanç gerektirir. “Bilmiyorum” diyorsan, “Bu da olabilir” sonucuna kapıyı açık tutmalısın.
Yaratıcı Dokunuş ve Mucizeler
Tıbbın yer yer çaresiz kaldığı vakalarda “mucizevi iyileşme” olgularını duymuşsundur. Elbette bunlar her zaman “ilahi mucize” sayılmayabilir; ama kimi zaman açıklanamayacak kadar sıra dışı iyileşmeler tıp literatürüne dahi giriyor. “Bilmiyorum” diyerek hepsine “istatistiksel anomali” demek kolay mı? Belki de “Allah, merhametiyle devreye giriyor” diyenlerin dedikleri de doğrudur? Senin “bilmeme” tavrın bu seçeneği yok saymana yol açmamalı. Çünkü bizzat gözlemlediğin bazı hadiseler, tıbbın sınırlarını aşıyor.
Ayrıca peygamber kıssalarında geçen “ölü diriltme, hastayı iyileştirme” mucizeleri, salt efsane olarak görülür genelde. Peki tamamen “efsane” deyip geçiş, “bilmeme” konumunu aşan bir reddediş olmaz mı? Üstelik milyonlarca insan “Bu mucizeler gerçektir” diye yüzyıllardır inanıyor. Tıpkı günümüzde yaşanan, tıbben beklenmedik iyileşme öyküleri gibi geçmişte de mucizelerin yaşanması pekâlâ mümkün. Zaten “Ben gözümle görmedim” deyip hiç ihtimal vermemek, tam bir “İlahi müdahale yok” inancı sayılmaz mı?
“Bilmiyorum” ve Sorumluluk
Eğer gerçekten bir Yaratıcı varsa ve peygamberler haksa, senin “Agnostiğim, göremedim, bilemedim” deyişin seni sorumluluktan kurtarır mı? Tıpta hastanı tedavi ederken sorumluluk üstleniyorsun, çünkü “öyle ya da böyle, hastayı görmemezlikten gelemem” diyorsun. Peki aynı şekilde, “varlığı epey delille desteklenen bir ilahi hakikat” seni ilgilendirmez mi? “Bilmiyorum” demek, bazen “ilgilenmek istemiyorum” anlamına da gelebilir; ama bu, tıpkı tedavi etmen gereken bir hastayı görmezden gelmek gibi bir tutum olabilir.
Bir doktor olarak, “Erken teşhis hayat kurtarır” diyorsun. Belki de “ilahi gerçeği” erken idrak etmek de “ebedî hayat” için erken adım atmak anlamına gelir. Zira dinî öğretilerde “peygamberleri reddetmek ağır bir kayıp” sayılır. Agnostiksen “Belki de öyledir” deme hakkın var; ama “bilmiyorum” deyip hiçbir şey yapmamak, gerçekte “reddediyorum”a yakın bir pozisyona düşmene yol açabilir.
Sonuç
Agnostik doktor olarak, bedenin olağanüstü dengesini, sürekli bakım gereksinimini, insanoğlunun “moral ve manevi” desteğe duyduğu ihtiyacı en yakından tecrübe ediyorsun. “Bilmiyorum” derken “Bu sistem sahipsiz, kendi kendine işlemiş” tezini kabul ediyorsan, aslında “ilahi gözetimi yok sayıyorsun.” Oysa “öyle bir gözetim var” diyenler de en az senin kadar kanıt sunuyor: Vücudun mükemmeliyeti, tarihî peygamber müdahaleleri, mucizevi iyileşmeler… Tüm bunlar “İlahi doktorluk” fikrini besliyor.
Demek ki “bilmiyorum” diyorsan, “Belki de Allah her an bu canlılığı ayakta tutuyor, peygamberlerle de insanlığın ahlakî yaralarını sarıyor” görüşüne kapı kapatmaman gerekir. Tıp gözüyle “Harika bir tasarım” diyorsan, bunun “harika bir tasarımcı” içerebileceği ihtimalini yok sayarsan, aslında “agnostik” değil “inançsız” çizgiye kayarsın. “Bilmeme” ile “yok” arasında ince çizgi var. Hekimlik, sana “her can ne kadar kıymetli” olduğunu öğretti. O kıymetin kaynağını “ilahi bir el” diye okumaksa hiç de akıldışı değil. Hatta belki de “daha mantıklı.”
Sonuçta, eğer “bilmiyorum”la yetinirsen, o muhteşem bedendeki ince ayarın manasını da, peygamberlerin “manevi şifacı” rolünü de gözden kaçırabilirsin. Biraz daha dürüstçe baksaydın, “Şu an gözle göremediğim ama eserlerini gördüğüm bir Yaratıcı var. İnsanlığı peygamberlerle de moral tedaviye almış” diye düşünmen içten bile değil. Bu, inanç adımına seni yaklaştırır. “Kararsızım” ise belki büyük bir gerçeğin eşiğinde durduğunu göstermekten başka bir şey değil.