Agnostik Ekonomist ARKADAŞIMA MEKTUP

Üretim, tüketim ve dağıtım ilişkilerini, kıt kaynaklar ve sınırsız ihtiyaçlar gerilimini, piyasa dengelerini, krizleri, ekonomik büyüme ve refah hedeflerini inceliyorsun. Ekonomik analiz yöntemleri, istatistikler, modeller… Sonuçta anlıyorsun ki sadece “arz-talep” kanunu veya “rasyonel birey” tezi açıklamakta yetersiz kalıyor. İnsanlar zaman zaman kendi menfaatinden vazgeçip başkalarını gözetiyor, dayanışma sergiliyor, bağış ve sadakalarla toplumsal refaha katkıda bulunuyor. Hatta pek çok toplumda “ekonomik paylaşım” esaslarını dinî kurallar belirliyor.


Agnostik bir ekonomist olarak, “Din, belki sadece toplumun ekonomik davranışına etki eden kültürel bir unsur. İlahi bir kaynak var mı yok mu, emin olamıyorum” diyebilirsin. Peki tarihe baktığında, peygamberlerin getirdiği ekonomik düzenlemelerin (zekât, sadaka, faiz yasağı, infak, yetime yardım vb.) toplumların gelir dağılımını düzeltmede, yoksullukla mücadelede, sosyal adalet sağlamada etkili olduğunu görmüyor musun?

Ekonomi dersleri, piyasada herkesin rasyonel kâr maksimizasyonu peşinde koştuğunu varsayar; ama gerçek hayatta öyle değildir. İnsanlar bazen kârından fedakârlık edip, komşusunu gözetir, bağış yapar, borçluya yardım eder. Bu davranışların nereden kaynaklandığına dair “saf menfaatçi” model yetersiz kalır. Dindar toplumlarda özellikle “ilahi emir” gerekçesiyle zekât, sadaka, yardımlaşma kültürü çok yaygın. Bu, ekonomik sistemleri nispeten daha adil ve sosyal yönden güçlü tutmuş. “Bilmiyorum, belki rastlantı” diyemezsin; ortada bir dinî motivasyon var ve kaynağını peygamberlerden aldığını iddia ediyor.

Peygamberlerin öğretilerinin ekonomik etkileri, bir defada olup bitmiyor. Yüzyıllar boyunca, faizin azaltılması, yoksullara yardımların kurumsallaşması, gönüllü vakıflar, hayır kurumları… Bunlar tarihte çoğu defa dinî emirlerle gelişmiş. Agnostiksen, “İlahi emir veya tesadüfi kültür” diye iki seçenek var. Fakat “belki de bu emirler gerçekten Yaratıcının isteğidir, insanları aşırı bencillikten korumak için gönderilmiştir” ihtimalini tamamen dışlarsan, ‘bilmeme’ sözünü tutmamış olursun. Çünkü veriler (paylaşma kültürü, helal kazanç bilinci, adil ölçü-tartı vb.) hep ‘dinî kaynaklı’ kodların ekonomide ne denli köklü dönüştürücü olduğunu gösteriyor.

Ekonomi tarihinde pek çok kriz yaşanır: Kara borsalar, tefecilik, sömürü düzeni, emekçinin hakkının gasp edilmesi, aristokrasi ve zorbalık… Tam bu çöküş anlarında toplumun ahlaki vicdanı harekete geçer. Tarihe bak: Pek çok dini lider ya da peygamber “Fakirin hakkını ödeyin, haksız kazançtan uzak durun, haram yemeyin” diye çıktığında, sistem kısmen iyileşmiş. Eğer “Bunlar insan kurgusu olabilir” dersen, peki “Neden aynı ilkeler farklı dönemlerde tekrar tekrar ortaya çıkıyor ve toplumu doğrultuyor?” sorusunu cevaplaman gerekir. Tesadüf mü, yoksa “Her an insanlığa gönderilen bir uyarı sistemi” mi?

Benzer şekilde, İslam’da zekâtın kurumsallaşması, Hristiyanlıkta yardım ve sadaka kültürü, Musevilikte koşer kurallarının ticareti düzenleyici rolü… Bunlar rastgele toplumsal mutabakatla mı oluştu, yoksa gerçekten “Yaratıcı emri” oldukları için mi bu kadar güçlü kabul gördü? “Bilmiyorum” diyorsan, “ilahi emir” tezini yok sayamazsın. Yoksulluğu azaltmak, toplumsal dengeyi kurmak, kul hakkını gözetmek gibi konularda “peygamber öğretilerinin” istikrar sağladığını görmektesin.

Modern ekonomik model “fiyat mekanizması” ve “devlet müdahalesi” ile ilgilenir; ama ahlak, merhamet, fedakârlık kavramlarını parametreleştirmekte zorlanır. Oysa gerçek ekonomide “güven” ve “dürüstlük” gibi kavramlar hayati önemdedir. Köklü uygarlıklar, dinî kurallar etrafında “haram ve helal” çerçevesiyle ekonomik faaliyetleri yönlendirmiştir. Bu, piyasada güvenin tesisini kolaylaştırmıştır. Öyle ki, “Agnostik ekonomistim, bana ne?” deme lüksün yok; çünkü veriler her yerde dine dayalı ekonomik ahlakın toplumları stabilize ettiğini kanıtlıyor. “Bilmiyorum ama reddediyorum” diyerek “ilahi yardım” tezini kapatman, sanki “ekonomik verileri görmezden gelmek” gibi olur.

Eğer “Yaratıcı yok” ise, bu evrensel merhamet ve paylaşım ilkelerini nasıl bu kadar benzer biçimde farklı dinlerde görüyoruz? Ekonomik kriz dönemlerinde “haksızlığı önleyin, adaletsiz servet birikimini engelleyin” diye gelen peygamberlerin başarısı nasıl açıklanır? Rastgele “zamanın ruhu” kavramına sığınmak mı, yoksa “Allah insanlığın ekonomik dengesini korumak için elçiler gönderiyor” demek mi daha tutarlı? Agnostiksen, ikinci seçeneğe “Belki de öyle” diyebilmelisin. Aksi takdirde “bilmiyorum” kılıfıyla “yok” hükmüne saplanırsın.

Ekonomide, “görünmez el” dediğin piyasa mekanizması kadar, “ilahi el” diyebileceğimiz ahlaki ve manevî prensipler de rol oynuyor. “Bilmiyorum” tavrının gerçek anlamda tarafsız kalabilmesi için, “Kutsal metinler ve peygamberlerin ekonomik kuralları gerçekten Allah’tan kaynaklanıyor olabilir” tezine de açık olman gerekir. Tarihî tecrübe gösteriyor ki zekât, sadaka, kul hakkı bilinci gibi uygulamalar modern refah devletini aratmayan bir “sosyal koruma” sağlamış. Tesadüfen mi? Yoksa “her dönemde peygamberler vasıtasıyla” mı emredildi? Eğer ikinci seçenek doğruysa, “Ben inanmıyorum” demekle belki en etkili ekonomik modeli ıskalamış olabilirsin.

Ekonomik teori, rakamlar ve modellerden ibaret değil. İnsanın “ahlakî sorumluluk ve sevgi” boyutunu hesaba katmıyorsan, gerçeği yansıtamazsın. Bu boyut da tarih boyunca “ilahi vahiy” kaynaklı olarak önümüze geliyor. Agnostiksen, “Ben veriye bakarım” diyorsan, veriler “dinî emirlerin” devasa ekonomik etkilerini gösteriyor. Demek ki Allah ve peygamber tezini “olasılık dışı” sayamazsın. “Bilmiyorum” diyerek reddetmek, seni “taraflı” duruma düşürür. Oysa “Belki gerçekten Allah var, ekonomiyi de peygamberler yoluyla düzene sokuyor” demek, verilerle daha da uyumlu olabilir.