Agnostik Hukukçu ARKADAŞIMA MEKTUP
Adalet, kanun, meşruiyet, hak, suç, ceza, insan onuru, özgürlük ve sorumluluk kavramlarını en iyi bilenlerden birisin. Hukuki düzenin temeli, toplumu adil kurallarla yönetmek, insanların haklarını güvenceye almak, suç ve cezayı belirli prensiplere bağlamak. Yasa metnini yazmakla iş bitmez; uygulamada kolluk kuvveti, yargıçlar, denetim mekanizmaları, istinaf süreçleri gibi daha birçok katman lazım. Aksi hâlde “kâğıt üstünde” kalan kanunlar kağıt olmaktan öteye gitmez.
Agnostik hukukçu olarak, “İnsanlar kendi sosyal sözleşmeleriyle yasaları oluşturur, ilahi kaynağa gerek yok” diyebilirsin. Ama tarihin geniş penceresinden bakarsan, çoğu zaman “ilahi otorite” fikri, hukuki meşruiyetin belkemiği olmuştur. Peygamberler, “Yaratıcıdan aldığım emir budur: Hırsızlık, yalan, cinayet, zulüm yasaktır, yetimi gözetmek, zayıfa sahip çıkmak farzdır” diyerek toplumları dönüştürmüş. Bu kadar güçlü bir yaptırımın “sadece insan uydurması” olması ne kadar mümkün?
Adalet Arayışı ve Tek Başına Yasa Yetersizliği
Hukuk bilirsin ki sadece “kural yazmak” değil, o kurallara toplumsal itaatin sağlanmasıdır. Zorla dayatılan yasa uzun süreli olamayabilir. “Ahlaki temelin” eşlik etmesi gerekir. İnsanlar “Bu yasa adildir, uymazsam vicdanen rahatsız olurum” diyebilmeli. Peki bu vicdanî boyut nereden geliyor? Tarih boyunca insanların en etkin motivasyonu genelde “Tanrı’nın buyruğu” veya “ilahi hesaptan korku” olmuştur. Bir ‘agnostik hukukçu’ olarak “Bilmiyorum, böyle olabilir de olmayabilir de” diyebilirsin. Fakat veriler diyor ki: Birçok çağda “Kul hakkı” ve “haram” kavramları, insanların haklara saygı duymasını sağlamış, salt cezalandırma tehdidiyle değil.
Hz. Musa’nın on emirle getirdiği hukuk ilkeleri; Hz. Muhammed’in Kur’an’daki adalet, emanete riayet, kul hakkını çiğnememe prensipleri; Hz. İsa’nın merhamet vurgusu… Bunlar sıradan kanun maddelerinden öte, “ilahi emir” gücünü taşıyarak uygulanmış. Milyarlarca insanı yüzyıllar boyu etkilemiş. Bunu “tesadüf” mü sanacaksın, yoksa “Belki gerçekten Yaratıcı, topluma buyruklarını peygamberler aracılığıyla indiriyor” tezi akla daha yakın mı gelecek?

Yasa Tek Başına Yetmez, Sürekli Denetim Gerekir
Bir hukuk sisteminde anayasayı, medeni kanunu, ceza kanununu yazarsın. Ardından mahkemeler, savcılar, avukatlar, kolluk güçleri devreye girer. Bir de Yargıtay, Anayasa Mahkemesi gibi üst kurumlar kontrol ve denetim yapar. Bu mekanizma durmaksızın işlemeli ki düzen sürdürülebilsin. Yoksa yasalar kadük kalır, yozlaşma alır başını gider. Benzer şekilde, “Evrenin yasaları veya insanın ahlaki ilkeleri var ama kim denetliyor?” sorusuna gelince, “Hiç kimse” dersen, hangi hukuk ilkesi bu kadar uzun süre kendi kendine sorunsuz işlemeye devam edebilir?
“Bilmiyorum, belki kendiliğinden işliyordur” diyebilirsin. Ama “Sonsuz bir denetimsizlikte, herhangi bir yasa ‘rüşvet, hile, uydurma’ gibi suiistimallere açık olmaz mı?” Toplumlar dejenere olup yok olabilirdi. Oysa tarih, dejenere toplumların sık sık “peygamberî müdahalelerle” ıslah olduğunu anlatıyor. “Bilmiyorum” diyorsan, “Bu da olabilir”i ciddiye almalısın. Çünkü bir bakıma “Üst Yargıç” devreye giriyor, toplumu yeni ilkelerle reforme ediyor.
Peygamberlerin “İlahi Anayasa”ları
Kutsal kitaplara bak: Tevrat’ta geniş hukuk kuralları (ceza hukuku, toplumsal düzenlemeler), Kur’an’da yine şahitlik, miras, ceza, ticaret, aile hukukuna dair detaylı ilkeler var. Pek çok insan “Bu ilkeler, asırlarca toplumsal düzeni sağlamış” diye itiraf ediyor. Rastgele kültürel süreçte mi oluştu? Peki neden “peygamberlik iddiasıyla gelen” metinler bu kadar kalıcı, insan fıtratına uygun, dengeli hükümler içeriyor? Bir hukukçu gözüyle, “zamanına göre inanılmaz ileri düzenlemeler” diyebileceğin örnekler çok. Mesela, Orta Çağ’da kadın hakları yok denecek seviyedeyken, İslam hukukunda kadının mülkiyet hakkının tanınması epey erken bir reformdur. Bunlar “bilmiyorum, tesadüf” diye mi açıklanacak, yoksa “Belki de ilahi kaynak” mı?
Adaletin Aşkın Kaynağı
Hukuk, “adalet” arayışıdır. Adalet ise soyut bir değerdir, maddi çıkarlarla açıklanamaz. “Bu değer, insan nefsinin üstünde bir kaynaktan geliyor” diyenlerle, “Hayır, toplum icadı” diyenler hep tartışır. Agnostiksen, “ikisi de olabilir” diyeceksin. Peki veriler? Pek çok toplulukta adalet fikri “tanrısal bir emir” olarak benimsenmiş. Hükümdarlar, “Tanrı’nın gözetimi altında” olduklarına inandıklarında keyfî yönetimden sakınmış. Keyfî saptıklarında “peygamber uyarısı” devreye girmiş. Bu dinamik gerçek mi, yoksa bir ilüzyon mu? “Bilmiyorum” tavrın, tamamen “insan uydurması” demeye yetmez; çünkü binlerce yıllık örneğin toplandığı büyük bir fenomen var.
Risk
Eğer “adaleti üst bir kaynağa” dayandırmazsan, “kuvveti yeten istediği gibi” şeklinde orman kanununa kayma tehlikesi var. Dinde “peygamberin getirdiği yasaya itaat” ise meşruiyeti kökleştiriyor. Bu, tarihî örneklerde görülmüş. Agnostiksen, “Ben bunun kesinliğini teyit edemem” diyebilirsin, ama “külliyen reddediyorum” dersen, “bilmiyorum”u aşıyorsun. Çünkü ortada devasa bir veri: Peygamberlere dayanan hukukî-ahlaki düzen, yüzyıllarca nice toplumu yönetmiş. Hem de çoğu zaman “adalet timsali” ün kazanmış.
Bir de eğer “gerçekten ilahi mahkeme” varsa, bu dünyada haksızlık yapan öte âlemde ceza görecekse, “bilmiyorum” deyip ilgilenmemen, ciddi bir risk olabilir. Çünkü hukukçu gözüyle “cezasızlık” en büyük problemdir. İnsan bazen bu dünyada cezadan kurtulabilir, ama “ilahi yargıdan” kurtulmak mümkün değilse, senin “bilmiyorum” deyişin nasıl bir sorumluluk doğurur? Belki de evrenin en büyük mahkemesinde “Bu kadar delile rağmen görmezden geldin” denilecektir.
Sonuç
Agnostik hukukçu olarak, “Ben kanunların sosyolojik ve tarihî evrimle oluştuğunu görüyorum” diyebilirsin. Ama “ilahi kaynaklı” tezini toptan dışlamayı “bilmeme” kimliğin kaldırmaz. Zira milyarlarca insanın yaşadığı dinî hukuk sistemleri, peygamberlik temelinde muazzam bir süreklilik ve başarı örneği göstermiş. Toplumların vicdanında “Tanrı buyruğuna uygun” kabul edildiği için daha kalıcı olmuş. “Bilmiyorum” diyerek bu gerçeği yok sayarsan, esasında “Yok” demeye yaklaşmış olursun ki bu, nesnel tutum sayılmaz.
Kanun koyarken bile “Anayasanın üstünde evrensel değerler” olduğunu savunanlar var. Peygamberler tam da bu “aşkın değerler”i temsil etmiş olabilir. Onların “kul hakkını yeme, yetimi gözet, hırsızlıktan uzak dur” emirleri, sırf beşerî kaynaktan gelseydi bu kadar evrensel ve uzun ömürlü olur muydu? Belki de “ilahi anayasanın maddeleri” gerçekten de peygamberler yoluyla insanlığa sunuldu. “Bilmiyorum” demek, bu seçeneği tamamen dışlamayı gerektirmiyor; tam tersine “büyük ihtimalle olabilir”i de gündeme getiriyor.
Çünkü hukuk deneyimin sana gösteriyor ki “kanun var, ama uygulama yoksa” sistem çöker. İnsanlıkta da “ilahi yasa var, ama uygulama yoksa” çürüme olur. Tarih, tam o çürümede peygamberlerin devreye girdiğini anlatıyor. Bu sadece bir efsane mi, yoksa bir “gerçek bakım” mı? Samimi bir agnostik, “Belki de gerçekten her an gözeten bir Adalet Sahibi var, peygamberler de Onun yeryüzündeki elçileri” demeyi imkânsız bulmamalı. Aksi, “bilmiyorum” uçar gider, “red” kalır. Oysa veriler “ilahi adalet”i hayli güçlü destekler. Belki de “ben hâlâ kararsızım” diyerek en büyük mahkemede yargılanmak büyük risk. Çünkü orada “Gösterilen bunca delili nasıl görmezden geldin?” sorusuna net cevabın olmayabilir.