Agnostik Kimyacı ARKADAŞIMA MEKTUP

 Sen, moleküllerin hassas bağlarından katalizörlerin hayati rolüne dek sayısız kimyasal tecrübeye aşinasın. Basit bir sentetik reaksiyonda bile sıcaklığı, basıncı, pH dengesini, çözücü ortamını ince ayarlarla yönetmezsen arzu ettiğin ürünü elde edemeyeceğini defalarca görmüşsündür. Dahası, kimya laboratuvarında her denemede ufak sapmalar bile sonucu mahvedebilir. Bu sıkı denetim ihtiyacı ortadayken, evrenin büyük laboratuvarında binlerce kimyasal tepkimenin milyarlarca yıldır dengede ilerleyebilmesi bir mucize gibi görünmüyor mu?

Evrendeki elementlerin periyodik sistemdeki yerleşimi, yıldızlar arası ortamlarda ağır element sentezi, gezegenlerin kimyasal bileşimleri… Bunlar her an bozulmaya müsait süreçler. Hidrojen-helyum füzyonundan başlayıp süpernova patlamalarına kadar, elementlerin oluşma aşamaları olağanüstü düzeyde hassas. Dönen karmaşık çarklar bir kez dengesini kaybetse, kimya yok olacak, belki de yıldızlar, gezegenler oluşmayacaktı. “Kozmik kimyayı” inceleyen her aklıselim kişi, “Bunda bir plan mı var?” diye sormadan edemiyor.

Agnostik bir kimyacı olarak “Bilemem, belki de doğal süreçlerdir” diyebilirsin. Fakat “bilemem” demek, “İlahi müdahaleyi tamamen ihtimal dışı bırakıyorum”a dönüşürse, gerçekte “bilmeme” değil “red” olur. Çünkü ortada öyle isabetli reaksiyonlar var ki en ufak bir adım yanlış atılsa, bambaşka bir evrenle karşılaşırdık. Senin laboratuvar tecrüben bunu doğruluyor: Rastgele karıştırılan kimyasalların çoğu işe yaramayan, dağınık, istikrarsız veya zararlı ürünlere dönüşür. Düzenli ve işlevsel yapılar oluşturmak için “özenli” bir yönlendirme (kataliz, kontrol, sabit ısı, basınç vb.) gerekir. Evren için de benzeri bir soru geçerli: Kim bu “özenli kontrol”ü yapıyor?

Yalnızca başta değil, devamında da. Deneyi başlatıp kendi hâline bıraksan ve hiçbir müdahalede bulunmasan, laboratuvarda hava kirliliğinden sıcaklık dalgalanmasına dek türlü etken devreye girer, elde edeceğin ürün bozulabilir, reaksiyon farklı yollara sapabilir. Evrenin “laboratuvarı” çok daha geniş. Madem sen “agnostiğim” diyerek kapıyı kapatmıyorsun, “Acaba her an bir denetim var mı?” sorusuna da samimi şekilde açık olmalısın. Değilsen, “Ben aslında yokluğa daha yakınım” diyorsun demektir.

“Ya evrende bizzat doğa yasalarının kendisi bu kontrolü sağlıyor; bir Tanrı’ya gerek yok” diyebilirsin. Ama o doğa yasalarını, sabitleri, kimya tablolarını kim var etti? Bu kadar muhteşem uyumluluğu ve onca kombinasyonu “kör” bir sürece mi havale edeceğiz? Kimya biliminin en temel gerçeklerinden biri, “rastgele” ilerleyen reaksiyonların çoğunda verimin çok düşük olmasıdır. Katalizör olmadan pek çok reaksiyon, enerjiyi geçemez, yan ürünlerden çöküp gitmeye mahkûm olur. “Bilmiyoruz” ifadesi, “Sorunun üzerini örtüyorum”a dönüşmemeli. Nitekim “müdahale yoktur”u savunmak da ispatlanabilir bir şey değil. Bilakis her şey müdahale olduğunu haykırıyor olabilir.

Kimyacılar için “peygamberlik” konusu uzaktır gibi durur. Oysa ibretlik bir benzetme yapmak mümkün: Tarih boyunca toplumlar, “yozlaşma” veya “ahlaki çöküş” diyebileceğimiz kimyasal tablonun kirlenmesi gibi bir durum yaşadığında, neredeyse tam zamanında “temizleyici, düzenleyici” bir katalizör (peygamber) devreye girmiş. İnsanlar arasındaki düşmanlık, zulüm, çözümsüzlük, ilahi mesajlarla bertaraf edilmeye çalışılmış. Peygamberleri “insan uydurması” diye görmek, asırlar boyu milyarlarca insanın etrafında kaynaşmış olduğu bu evrensel figürleri hiçe saymak demek. Gerçek bir agnostik ise “Bu da ihtimal, ama belki de gerçekten Yaratıcının müdahalesi var” diye düşünebilmeli.

Onların getirdiği ilkelerin, “toplum kimyası”nı nasıl stabil hâle getirdiği ortada. “Bilmiyorum” diyerek bu müdahaleyi tümden reddetmek, aslında “Ben tercih etmiyorum” demekten ibaret kalır. O zaman senin “agnostik” sıfatın, gerçekte “Tanrı ve peygamberlik ihtimaline kapalıyım” demeye dönüşür. Bu ise agnostisizm değil, ‘pratik ateizm’dir.

Oysa aklen bakınca, dış dünyadaki kimyasal düzende nasıl müthiş bir uyum varsa, insan toplumlarında da benzer “düzenlenme” hamlelerini tarih gösteriyor. Buradan “Allah var ve resullerini gönderiyor” sonucuna doğrudan sıçrama yapmıyorsan bile, en azından “Açık kapı bırakıyorum, eğer bu kadar isabetliyse olabilir” diye düşünmek bilimsel kuşkunun adil paylaşımı olur.

Agnostik kimyacıysan, “bilmiyorum” demen bir tarafa; “kesinlikle ilahi yardım yok” demek başka tarafa düşer. Toplumların bekâsında peygamberlerin katalizörlüğü, evrendeki kimyanın müthiş uyumu, insanın sürekli gelişen zihni… Bunların her birinde rastlantı ve karmaşanın değil, düzen ve bilinçli bir yönlendirmenin izleri bulunabilir. “Ben görmüyorum, o yüzden inanmıyorum” demekle, “Görmesem de birçok kimyasal gerçeği kabul ettiğim gibi, belki burada da göremediğim bir güç vardır” demek arasında ciddi bir fark var.

Lütfen kimya laboratuvarında tecrübe ettiğin o hassas denetim zorunluluğunu, evrenin devasa laboratuvarına da yansıt. O zaman, “Her şey öyle tıkır tıkır işliyor ki, sanki bir Zat bunun dengesini elinde tutuyor” diyenin aklî bakımdan hiç de zayıf bir iddiada bulunmadığını görebilirsin. Eğer “agnostiğim” diyorsan, kapını bu yaklaşıma da açık tut. Tamamen kapatırsan, “Ben aslında reddediyorum” diye itiraf etmen daha dürüst olur.

Sonunda belki diyeceksin ki: “Peki, bu düzene ‘Allah ve Resulü’ deniyor, inanmalı mıyım?” Eğer sen inanmıyorsan, “tam bilemiyorum” diyorsan, bu yine senin iraden. Ama aklın ve fıtratın diyorsa ki “Bunca düzen ve isabet, her an gözeten bir akla işaret edebilir,” o hâlde peygamberlerin anlattığı “Yaratıcının varlığına ve insanlığa mesaj göndermesine” dair öğretiyi ciddiye almanda ne sakınca var? Laboratuvarını kapatırken dahi en ufak sızıntıya karşı önlem alıyorsun, peki ahirete dair bir ihtimal, ilahi mesaja dair bir gerçeklik bulunması hâlinde kendini nasıl savunacaksın? “Ben bilmediğim için reddettim” diyerek işin içinden çıkmak kolay olmayabilir.

Kısaca, kimya deneylerinde ısrarla tekrarladığın titizliği, hakikat arayışında da tekrarla. Belki o titizlik seni hem Yaratıcı’nın varlığını hem de “her devirde insanlığı aydınlatmak için gönderilen Resulleri” kabul etmeye yaklaştırır. Çünkü “Bilmiyorum” ile “yoktur” bambaşka şeylerdir. Gerçek agnostik, her iki yola da eşit mesafede durur; ama evrendeki deliller, yokluğa oranla varlığı çok daha güçlü biçimde işaret ediyorsa, belki de “bilmiyorum”u bırakıp “inanıyorum”a geçmek en mantıklı yol olur.