Agnostik LİSELİ ARKADAŞIMA MEKTUP

“BELKİ DE ARADIĞIN HAKİKATE YAKLAŞIYORSUN!”

1. Belirsizlik İçinde Yaşamak

Sevgili arkadaşım,
Hayatın tam ortasındasın. İnsanların kalıplaşmış düşüncelerinden, sürekli tekrar edilen öğretilerinden, belki de çocukluğunda duyduğun masallardan çok daha karmaşık bir gerçeklik seni bekliyor. Çevrene baktığında, dinlerin çeşitliliği, farklı felsefi ekoller, birbirinden ayrışan ideolojiler, bilimsel keşifler… Hepsi zihnini birer soru seline boğuyor olabilir: “Ben kimim?”, “Varoluşun amacı var mı, yok mu?”, “Evren bu kadar düzenliyse, bir tasarımcı mı var, yoksa her şey kendiliğinden mi gerçekleşti?” Agnostik bir duruşla, “Bilmiyorum, bilemem” deme noktasında duruyor olabilirsin.

Belki de bu, kendi içinde gayet rahat hissettiğin, kimsenin seni ikna edemediği bir şüphecilik. Yine de, içindeki arayış huzursuz bir kıpırtıyla devam ediyor olabilir: “Ya gerçekten bu kadar güçlü veriler ortadayken, ben fark etmeden büyük bir hakikati mi ıskalıyorum?”

Bu mektubu kaleme almamın nedeni, seni yargılamak ya da zorla ikna etmek değil. Aksine, tam da agnostik olmanın getirdiği o “her ihtimale açık olma” prensibini canlı tutmak için yazıyorum. Bilmediğimiz şeyleri bilmeye adım atmak, bildiğimizi zannettiklerimizden şüphe etmek… İşte felsefe, bilim, sanat, din gibi alanlar bu şüpheyle başlar. Fakat “sonsuz şüphe” halinde kalmak, tam anlamıyla bir yolculuğa çıkmamış olmak demek. Gel, bu mektubun satırlarında birlikte dolaşalım, senin o kıpırtılı zihnine birkaç pencere daha açalım. Belki buradan sana “Evet, ihtimal dışı değil, gerçekten büyük bir hakikat var” hissini verebilecek bazı düşünceler çıkacaktır.

2. Agnostisizmin Temelinde Yatan: Bilginin Sınırlarını Kabul Etmek

Agnostiksen, bilginin sınırlarını kabul ediyor, mutlak hakikate ulaşmanın güçlüğünden haberdar oluyorsun demektir. Bu, aslında müthiş bir tevazu ifadesi. “Elimde kesin kanıt yok, ben de inanmıyorum” diyen bir ateistten farklı olarak “Belki de var, ama bilemiyorum” diyen birisi, aklın kapısını her iki ihtimale de açık tutar. Ne var ki bu, bazen tehlikeli bir arafta kalma hissi verir. Sürekli “bilmiyorum” diyerek kalmak, senin kendi zihninde tüm karar mekanizmalarını durma noktasına getirebilir. Oysa gerçek bir agnostisizm, “bilmeme” halini aktif bir araştırmaya dönüştürmeyi gerektirir. Eğer “bilmiyorum” diyorsan, “öğrenme” çabandan vazgeçmiş olamazsın.


İşte bu noktada, farklı alanların sunduğu delillere, düşüncelere, sorulara biraz daha yakından bakabiliriz. Tarih boyunca insanlık, evrenin düzeni, ahlakın kaynağı, yaşamın kökeni gibi konularda sayısız fikir üretmiş. Kimisi Tanrı’yı red yoluyla, kimisi Tanrı’yı kabul yoluyla kendince bir açıklama inşa etmiş. Agnostik tutum, “Hayır, ben henüz karar veremem” derken, “tarafsız” konumda olabilirsin. Ama tarafsızlık, bu fikirleri öğrenmemeye sebep olursa, “bilmeme” halin de donup kalır. Bu mektupta seni, biraz daha “aktif araştırma” ve “delilleri tartma” sürecine çağırmak istiyorum.

3. Evrenin İnce Ayarı ve Dikkat Çekici Düzen

Büyük Patlama’dan (Big Bang) sonra evrenin oluşumu, kozmik sabitlerin (kütleçekimi, elektromanyetik kuvvet, zayıf ve güçlü nükleer kuvvetler) değerleri gibi konular, kozmologları şaşırtacak kadar hassas bir dengede. Mesela kütleçekimi sabiti biraz farklı olsa, galaksiler oluşamayacak, dolayısıyla yaşam ortaya çıkamayacaktı. Keza elektromanyetik kuvvet çok az sapsa, kimyasal elementlerin kararlılığı bozulacak, karbon-temelli yaşam hayal olacaktı. Bu “ince ayar” (fine tuning) argümanı, bilim dünyasında “Evren bir şekilde yaşamı barındıracak şekilde ayarlanmış gibi gözüküyor” yorumlarına yol açtı.


Şimdi senin agnostik zihin diyebilir ki: “Bu, tesadüfen de olmuş olabilir, sonuçta sayısız evren modeli var. Biz de ‘uygun’ evrenin içinde olduğumuz için, bu durumu fark ediyoruz.” Bu bir açıklama, ama “Bu kadar hassas ayar rastlantıyla mı oldu?” sorusunu da bir kenara atmamalı. Çünkü istatistiksel olarak bakıldığında, bu hassas ayarın rastgele ortaya çıkma ihtimali pek de yüksek gözükmüyor. Bunun için “evren çoklu evrenlerin (multiverse) sadece bir örneği” dendiğinde bile, “Bu çoklu evrenler nereden geldi? Hepsinde farklı sabitler nasıl oluştu?” gibi sorular süregeliyor. “Belki de var olan evrenin ardında bir ‘kozmik akıl’ var” şeklinde düşünenler, en az senin “bilmiyorum”un kadar makul bir çizgide duruyorlar.

4. Yaşamın Karmaşıklığı: Evrim ve Muazzam Uyum

Dünyada hayatın nasıl ortaya çıktığı, Darwin’in evrim teorisiyle pek çok noktası aydınlatılan bir süreç. Mutasyonlar, doğal seçilim, adaptasyon derken, tek hücreli canlılardan bugünkü biyolojik çeşitliliğe uzanan bir yol olduğu söylenir. Peki “Bu mekanizmaların hepsi kör mü? Neden bu kadar muazzam uyum, inanılmaz mühendislik harikası organlar, hassas biyokimyasal süreçler var?” sorusu da hâlâ güncel.


Bilim, “Bu mekanizmaları açıklayacak araçlar elimizde, evrimsel süreç kör, ama verimli mutasyonlar birikerek bu karmaşıklığı üretiyor” diyor. Yine de, “Bu mekanizmanın kendisi dahi, evrenin ince ayarına” bağlı. Eğer DNA’nı oluşturan kimyasal bağlar, gezegenimizin ısısı, radyasyon seviyesi, suyun benzersiz özellikleri gibi sayısız etken ufacık değişseydi, belki de yaşam hiç başlamayacaktı. “Bilmiyorum” diyerek, “Bu da rastlantının bir sonucu olabilir” düşüncesini taşıyorsun. Ancak “Bu kadar olağanüstü bir dizgiyi basitçe rastlantıya yormak ne kadar inandırıcı?” diye de kendine sorsan iyi olur.

5. Ahlaki Argüman ve Vicdanın Sesi

Ateist veya teist olsun, insanlar “ahlak” dediğimiz bir kavramı ortaklaşa yaşar. Neden dürüst olmak iyi, yalan söylemek kötü, haksızlık yapmak ayıp? Niçin başkasının acısını paylaşıyor, merhamet gösteriyoruz? Evrimsel olarak “toplumsal dayanışma” diyebiliriz, sosyolojik olarak “kültürel mutabakat” diyebiliriz. Ama evrensel nitelikte bir “mutlak iyi” veya “evrensel ahlak yasası” fikri de zihinleri meşgul ediyor. Kant, “Kategorik imperatif” diyerek ahlakın rasyonel zorunluluk olduğunu söylüyor; Aquinas, ahlakın ilahi yasa ile ilişkili olduğunu anlatıyor.


Agnostiksen, “Belki de ahlak, salt insanların uzlaşmasıdır, Tanrı veya aşkın kökene dayanmak zorunda değil” diyebilirsin. Fakat tarih boyunca evrensel ahlak normları (dürüstlük, yardımlaşma, haksızlık yapmama, cana kastetmeme vb.) birbiriyle benzerlik gösteriyor. Peygamberler, bu normların ilahi kökene sahip olduğunu söylerken, insanların büyük kısmı da buna çok hızlı adapte oluyor. Bu belki de “içimizde bir vicdan var, aşkın bir kaynaktan gelen bir ses var” diye yorumlanabilir.

6. Peygamberler ve Tarihsel Dönüşümler

Tarihte, Hz. Musa’dan Hz. İsa’ya, Hz. Muhammed’e kadar pek çok peygamber, toplumların derin dönüşümlerinde rol oynadı. O toplumların ahlakî-entelektüel seviyesini ileri bir düzeye taşıdılar, sosyal adalet getirdiler. Milyonlarca insanın hayatını köklü biçimde değiştirdiler. Bu şahsiyetlerin varlığı ve etkisi sadece “efsane” olarak görülebilir mi? Belki kısmen, ama elde çok sayıda tarihsel belge de var. O halde şunu düşünebiliriz: “Bu büyük rehberler, sırf tesadüfen mi toplumu tam ihtiyacı olduğu anda reforme etti? Yoksa gerçekten ‘ilahi bir planın’ parçası mıydılar?”


Agnostiksen, “kesin konuşamam” diyeceksin. Ama şu tarihi gerçek ortada: Toplumların çürüme noktasında ortaya çıkan “peygamberler” (veya dinî liderler), toplumu ahlaki ve manevi yönden rehabilite etmiş, eski putperest veya baskıcı düzenleri ortadan kaldırmış, yerlerine “daha adil, daha insancıl” anlayışlar getirmişler. Tesadüf mü? Çok sayıda örnek peş peşe gelince, istatistiksel anlamda “pek de tesadüf gibi görünmüyor” diyebilir insan. O halde “Evet, bir planın ipuçları olabilir” yorumunu büsbütün es geçmek ne kadar ‘nötr’ bir tavırdır, sorgulamak lazım.

7. Bilimin Gelişimi ve Dinî Metinlerin Beklenmeyen Uyumu

Geçmiş dönemlerde din ile bilimin çeliştiği dönemler olmuş, kilise-bilim çatışmaları tarih kitaplarında yer almıştır. Ancak modern bilim, evrenin yaşı, kozmik genişleme, kuantum mekaniği, evrimsel biyoloji gibi alanlarda ilerledikçe, aslında “dinî metinlerle” beklenmeyen birtakım uyum noktaları da görülmüştür. Mesela Büyük Patlama teorisi, evrenin bir başlangıcı olduğunu söyler; pek çok kutsal metinde “Evrenin bir başlangıçta yaratıldığı” ifadesi mevcuttur. Bazı dinî referanslarda, embriyonik gelişim aşamalarına dair ipuçları gibi şaşırtıcı benzerlikler anlatılır.



Elbette her detay, her inanç sisteminde tamamen “bilimle örtüştü” denemez. Ama “tamamen çelişiyor” da diyemeyiz. Agnostiksen, “Birkaç tesadüfi örtüşme” diye düşünebilirsin. Yine de, bunların birikerek “tesadüfi” olmaktan çıkma ihtimalini gözden kaçırmamalı. Çünkü, “kutsal metinler binlerce yıl önce yazılmış, bilim o zaman yoktu. Peki bu benzerlikler nereden geliyor?” diye sormak, gayet makul.

8. Kişisel Deneyimler, Maneviyat ve Mucizeler

“Kişisel deneyim” denen şey, kimine göre iç psikoloji, kimine göre “ilahî dokunuş.” Her kültürde, “dua ile iyileşmek”, “doğaüstü olaylar”, “mucize” diye anılan hadiseler dile getirilir. Tıbben açıklanamayan şifa hikâyeleri, tehlikeden mucizevi kurtuluşlar, ruhsal aydınlanma tecrübeleri… Agnostiksen, “Hepsi psikolojik” diye düşünebilirsin, ama bu vakaların çokluğunu düşününce, belki de “duman varsa ateş de vardır” diyebilirsin.


Manevî deneyimler, bilimin test edemeyeceği bir alana girer. Gözle görülür delil olmayabilir. Fakat insanların milyarlarca yıldır maneviyata yönelmesi, ritüeller, tapınaklar, mabedler inşa etmesi, duayla manevi tatmin bulması, “yok sayılacak” bir fenomen değildir. Dünyanın en ücra köşesinde bile “tanrı, ruh, ahiret” inancı bulmak, “içimizde bir inanma eğilimi var” sonucunu doğurur. “Evet, bu biyo-kültürel bir strateji” diyenler de var; ama “Ya gerçekten varlık, bu inancı tetikleyen aşkın bir kaynaktan besleniyorsa?” sorusu havada kalıyor.

9. Agnostisizmin Sorumluluğu: Sürdürmek mi, Araştırmak mı?

Agnostik tutum, “bilmiyorum” demeyi gerektirir; ama bu “bilmeme” aktif bir arayışla birleşmezse, bir tür gönüllü atalete dönüşebilir. “Bilgim yok, o zaman rastgele bir varsayım yapmıyorum” dediğin an, “Belki gerçeğe daha yakından bakma” fırsatını da kaçırırsın. “Hiçbir dini, hiçbir felsefeyi ciddiye almıyorum, hepsi belirsiz” demek pratikte “ben ilgilenmek istemiyorum” demek olabilir. Oysa tarafsızlık, her bakışa karşı aynı mesafede olmak olduğu kadar, tüm delilleri de inceleme cesareti gerektirir.


Bir yandan “ilahi bir plan” lehine sayısız düşünce, veri, iddia var; öte yandan “doğal süreçler yeterli, aşkın bir sebebe gerek yok” diyen yorumlar var. Gerçek tarafsızlık, bunları sürekli okumak, sorgulamak, bazen “Evet, galiba ‘aşkın’ olan taraf ağır basıyor” diyebilmek. Ama senin “bilmiyorum” deyişin, “yok” veya “var” tarafına dair bir tutum geliştirmeni engelliyorsa, orada bir kilitlenme yaşıyor olabilirsin. Bu mektuptaki amacım, o kilidi biraz esnetmek: “Acaba gerçekte, veriler sanılandan daha kuvvetli şekilde bir aşkın hakikate işaret ediyorsa?”

10. Mantık, İhtimaller ve Risk Analizi

Bazı düşünürler, “Tanrı varsa ve sen inanmıyorsan, büyük bir kayıp. Tanrı yoksa ve sen inanıyorsan, bir şey kaybetmezsin” diyen Pascal Bahsi gibi faydacı argümanlar sunarlar. Agnostiksen, “Böyle basit bir kumar hesabına inanmam” diyebilirsin. Ama yine de “ihtimaller ve risk” açısından düşünmek de tamamen haksız değil. Sonuçta eğer gerçekten bir aşkın varlık ve bir ahiret varsa, “Yaratıcının mesajı”na kulak vermemek ciddi bir risk olabilir. “Her şeyi reddettim, ya doğruysa ne olacak?” endişesi, faydacı bir yaklaşım gibi gözükse de, aslında rasyonel bir tutum da sayılabilir.


Bir de “Bilmiyorum” diyerek hiçbir adım atmamak, pratiğe yansıdığında “Ben fiilen inanmıyorum, bu konuyu gündemimden çıkardım” davranışına dönüşebiliyor. Yani “agnostik” kimlik altında “ateist gibi yaşamak” da çok görülür. Oysa gerçek agnostik, “ihtimal var”ı ciddiye alan kişidir. Bu ciddiyete uygun eylemler -dini metinleri okumak, ibadetleri denemek, duayı test etmek, manevi pratiklerle içsel deneyimler yaşamak- belki yepyeni ufuklar açabilir. Ya denemeden reddetmek, “Bilmiyorum” demekle ne kadar bağdaşır?

11. İçsel Çelişki ve Manevi Açlık

Bir yandan “dünya hayatı bu kadarla sınırlı mı, yoksa bir öte âlem, ahiret var mı?” soruları, bir yandan “insan neden merhamet, adalet, erdem gibi değerleri önemsiyor?” sorusu… Bunlar senin içindeki çelişkiyi büyütebilir. Gözlerinle şiddet, adaletsizlik, açgözlülük görebilirsin. Öte yandan kalbin “daha iyi bir düzen mümkün” diye fısıldar. Bilim ve felsefe “neden varız?” sorusuna yeterli cevap üretemezken, din “Bir Yaratıcı var, bu dünyada misafiriz” fikrini sunar.


Agnostiksen, “Yeterli kanıt bulamadım” dersin. Ama belki de “Bu kadar çok veriyi, deneyimi, tarihi vakayı, manevî hikâyeyi, bilimsel ipucunu toplasak, yeterli kanıt oluverir?” Bazen insanlar “Yeterli kanıt”ı mutlak şekilde istiyor. Oysa mantıken, “100% kesinlik” hayatta çok nadir olur. Biz çoğu konuda “yeterli derecede kuvvetli kanıt” ile kanaat geliştiririz. “Evrenin ince ayarı, tarihsel peygamberlik olguları, manevî tecrübeler…” hepsi bir araya gelince, “aslında ‘var’ ihtimali çok yüksek” sonucuna varmak da akla uzak değil.

12. Peygamberlerin Ortak Mesajları ve Evrensellik

Farklı coğrafyalarda, dönemlerde yaşamış peygamberlerin ortak mesajları şaşırtıcıdır: Tek Tanrı, adalet, merhamet, ahlak… Belki hikâye detayları, ritüeller farklıdır, ama özde “İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak” diyebileceğimiz bir çekirdek. Bu “bir orman yangını anında farklı itfaiyecilerin aynı suyla koşması” gibi evrensel bir “yardım çabası”nı andırır. “Tesadüfen, farklı kültürler aynı ahlak ilkelerine ulaştı” diyebilirsin. Veya “Ortak bir kaynaktan besleniyor, insan fıtratını Yaratan bir Kudret var ve o Kudret, belli dönemlerde elçiler göndererek rehberlik sağlıyor” da diyebilirsin.


Agnostik olarak, “İkisini de ihtimal dışı tutmuyorum” diyorsun. Fakat verilerin toplamı belki de “Bu kadar denk geliş tesadüf olamaz” tezini güçlendiriyor. Bu güçlenmeyi fark etmek, “acaba ‘bilmiyorum’ deyişin bir gölgesinde mi kalıyorum?” diye sorgulatmalı. Kendine dürüst ol: “Gerçekten delil eksik mi, yoksa delillere bakmayıp konfor alanında mı kalıyorum?”

13. Bilimsel Yöntem ve Deneysel Yaklaşım

Bilimsel yöntemin dayandığı temel prensiplerden biri, gözlem ve deney. Manevi alan, ne yazık ki “laboratuvarda ölçülemeyen” bir boyut taşıyor. Ama laboratuvara sığmıyor diye “yok” da denemiyor. Kaldı ki, bilim kendisi de “fiziksel fenomenleri ölçmek” üzerine kurulu. Metafizik veya aşkın konular, bilim sınırları dışında kalır. O halde “Bilim Tanrı’yı kanıtlamıyor, öyleyse Tanrı yoktur” gibi bir mantık, sanki matematik dersinde şiir yazmaya çalışmak kadar yetersizdir.


Agnostiksen, “Bunları ‘yok’ da diyemem” düşüncesi sende mevcut. Doğru. Ancak belki “Daha fazla deney” diyebileceğin bir alan da var: Kendini dene. “Dua nedir? Meditasyon, manevi pratikler, ibadet deneyimi, içsel huzur, tevekkül hisleri…” Tüm bunlar da bir tür “deney” sayılabilir. Birçok insan, “ibadet ettim, manevî huzur buldum” diyor. Hepsini “plasebo” diye geçiştirmek de epey basit olur. Belki de “içsel laboratuvarda” belli pratikleri deneyip, sonuçlarını gözlemlemek de bir seçenek.

14. Varoluşsal Kaygı ve Yaşamın Anlamı

Hayatın anlamı sorusu da belki seni en çok sarsan konulardan biri. Bir yanda “büyük bir hiçlik” hissi: Evren uçsuz bucaksız, insan ise toz kadar ufak. Ölümle her şey bitiyor mu? Öte yanda, “Hayır, insan, evrendeki en bilinçli varlık, kalbinin derinliklerinde sonsuzluğu arıyor” diyen bir ses. Agnostiksen, “Bilmiyorum, belki de yokuz, belki varız” diyerek ortada kalabilirsin. Fakat varoluşsal kaygıyı dindirmek için tarih boyunca milyonlar “inanç”a sarılmış, “Yaratıcının planında bir amacım var” diyerek teselli bulmuş. Belki “kandırılıyoruz” sanabilirsin, ama bu kadar insanın “kandırılma” ihtimalini göz ardı etmek de biraz zor.

Eğer “Sonsuz hayat” gerçekten varsa ve bu dünya bir imtihansa, “bilmiyorum” halinde kalmak ciddî bir kayıp olabilir. Zira “İnanç” meselesi, “ya doğruysa?” sorusuyla seni sarsar. Kendini garantiye almak için değil, gerçeği bulmak için de “acaba inansam mı, incelesem mi?” diye düşünmek meşrudur. Burada “Hiçbir şey yapmıyorum” dediğinde, “bilmiyorum”u ateizme fiilen dönüştürebilirsin. Bu da belki senin “tarafsız” konumuna tam uymayabilir.

15. Samimiyet ve Yaşamsal Tecrübe

Sevgili genç dostum, “samimi olmak” derken, kalbinle yüzleşmekten bahsediyorum. Zira bazen “Ben bilmiyorum” derken, aslında içten içe “İnançlı olmak istemiyorum, çünkü kısıtlanmak istemiyorum” gibi bir duyguyu saklıyor olabiliriz. Ya da “Dinî kurallar bana zor, çevrem bunu onaylamaz” diye çekimser kalabilirsin. Samimi bir agnostik, bu psikolojik etkenleri de göz önünde bulundurur. “Acaba ben ‘bilmiyorum’ diyerek, ‘inanmamak’ için bahaneler mi arıyorum?” sorusunu kendine sorman dürüstçedir. Belki keşfedeceğin şey, “Agnostiklik” kisvesinde “Her türlü inanç fikrine kapalı” olduğundur. Bu ise gerçek agnostisizm değil, pasif bir reddediş sayılabilir.

16. İlham Kaynakları ve Sevgi Boyutu

Hep akılla konuştuk; peki ya duygular, sevgi, sanat? İnsanlık tarihinde müzik, edebiyat, resim, şiir, hep bir “aşkınlık” arayışına temas eder. Bütün büyük sanatçılar, eserlerinde “ilahi bir esintiye” vurgu yapar gibidir. Edebiyat tarihinde en güçlü şiirlerin pek çoğu, “tanrısal aşk” veya “ilahi ilham” teması etrafında dolaşır. “Bilmiyorum” diyerek bunları basit bir romantik heves sayabilirsin, ama “Neden bu kadar evrensel? Neden her coğrafyada sanat, kutsal figürlerden, manevi temalardan besleniyor?” sorusuyla yüzleşmek önemlidir. “Belki de insanın ilahi bir boyutu var” cevabı, diğerine göre daha mantıklı olabilir.

17. Tarafsızlığı Aşma Cesareti

Uzun zamandır “Bilmiyorum, bilmiyorum” diyorsun ya, belki artık “Belki de biliyorum” deme cesaretini gösterme vakti gelmiş olabilir. Elbette bu, bir anda “kör inanç” geliştirmek değil. Ama “bunca delil, bunca tecrübe, bunca tarihî olgu” bir tarafa konduğunda, “Hiç yoktur”u savunmanın –ya da “bilmiyorum”da çakılı kalmanın– gerçekten rasyonel olup olmadığını yeniden düşünmelisin. Bazı insanlar, “Kesin var” diyerek dogmatik olur. Diğerleri, “Kesin yok” diyerek başka bir dogmaya sarılır. Gerçek agnostisizm, her iki tarafa da eşit mesafede durmaktır ama verilerden biri ağır basınca “Evet, ben galiba var tarafına yaklaşıyorum” diyebilmeyi de gerektirir.

18. Son Bir Kapı: Ya Hakikaten Bir Yaratıcı Varsa?

Kendi içinde şu soruyu dürüstçe sormaya ne dersin: “Bunca ince ayar, tarihsel peygamberlik, ahlakî evrensellik, manevî deneyimler, sanatın aşkın temalara takıntısı, bilimle çelişmeme hali… Tüm bunlar, evrenin ardında bir Yaratıcı olduğunu kuvvetlice işaret ediyor olabilir mi?” Bir yandan “Olabilir” diyorsun, diğer yandan “Bilmiyorum.” Yine de aklın, “Bu kadar işareti yok saymak kolay mı?” diye seni dürtüyor olabilir.


Eğer varsa, sırf “Bana net ispat lazım” diye beklemek, büyük bir riski de yanında getirir. Çünkü belki Yaratıcı’nın varlığına dair net ispat “deney tüpünde” sunulmaz; kalbinin derin sezgisi ve aklının topladığı “göstergeler” aracılığıyla anlaşılır. Dünyada pek çok gerçeği, “kesin kanıt” olmadan, ama “makul oranda kanıt” ile kabulleniriz. Sevgiyi, dürüstlüğü, iyiliği, her gün deneyip görürüz; kimse “%100 garantili ispat” diyemez, ama varlığına güveniriz. Tanrı meselesi de belki böyle: Bütün işaretler “Evet, orada biri var” diye fısıldarken, senin “Duyamıyorum” deyişin, “kulaklarımı tıkıyorum”a benzemesin sakın.

19. Samimiyet ve Deneyim Çıkışı

Bu mektup boyunca, seni “var” fikrine doğru iten argümanlardan bahsettim. Elbette “Ateist” veya “seküler” argümanlar da var. Fakat sen zaten “bilmiyorum” dediğin için, “yok” tarafının zeminini görüyorsun. “Var” tarafının zeminini belki yeterince incelemedin. Seni davet etmek istediğim nokta şu: “Belki de gerçekte ‘var’ tarafı daha ağır basıyor, ben ise kendime itiraf edemiyorum.” Bunu bir an düşün. Kendini kandırmadan, tüm bu ince ayar, tarihsel rehberlik, manevî deneyimler, sanatın aşkın dili, ahlakî sezgi vb. delillerin toplam gücünü tarafsızca değerlendir. “Olabilir mi?” değil, “Ne kadar yüksek ihtimal?” diye sor.


Ve eğer “yüksek ihtimal” diyorsan, belki “Artık bir adım atmak lazım” sonucuna varabilirsin. Bu adım, dogmatik bir inanç sistemiyle özdeşleşmek zorunda değil. Ama bir “dua” denemek, “Rabbim varsa, bana yol göster” demek, “Birkaç ibadeti gözlemlemek veya yaşamak,” “Kutsal metinleri önyargısız okumak,” “Dinî tecrübeye kapı aralamak” olabilir. Samimiyetle, “Eğer gerçekten varsa, beni yalnız bırakma” diye yakarış, belki içindeki agnostik perdenin aralanmasına yardımcı olur.

20. Veda ve Umut

Sevgili genç dostum, mektubumun sonunda sana kalpten sesleniyorum: “Bilmiyorum” demek bazen çok konforlu olabilir, çünkü sorumluluk almaktan kaçınmamızı sağlayabilir. Ama kendine karşı samimi ol: Bu rahat konfor, “en büyük hakikat”i ıskalama riski taşır. Evrenin milyonlarca işareti, insanlığın binlerce deneyimi, manevî tatmin arayışı… Tüm bunlar belki bir “aşkın hakikat”in kapısını aralıyor. “Belki” diyorsan, o kapıdan biraz olsun bak. Kendi iç dünyanı da dinle: Bu “belki”, içten içe “yüksek ihtimal” diye seni dürtüyor olabilir.


Agnostik kimliğini bir kenara atmadan, onu bir “aracılık” sayabilirsin: “Ben inanca kapalı değilim, ama dogmaya da kapılmak istemiyorum.” Çok güzel. Ama “İnanca kapı aralamak” demek, “kör dogma”ya teslim olmak zorunda değil. Tam tersine, delillerin ışığında, kalbin ve aklın ortak rehberliğinde, “Evet, aşkın bir varlık var” diyerek mütevazı bir ilk adım atabilirsin. Bu adım seni bambaşka bir dünyanın eşiğine taşır.


Elbette nihai karar sana ait. Ben sadece, “bilmiyorum” halini koruduğun sürece, “çok büyük bir resmi” gözden kaçırma ihtimalini hatırlatmak istedim. Kim bilir, belki de bu kadar ince işlenmiş bir evren, tarih boyunca gelen büyük elçiler, insanın derin manevi ihtiyaçları, senin yüreğinin tam ortasında bekleyen o “Beni fark et!” diyen bir gizem, hepsi birleşerek “Karşında, gayet güçlü bir hakikat var” diye haykırıyordur.


Umarım bu uzun mektup, sana en azından “Bilmiyorum” duvarına birkaç pencere açar. İçeriye biraz ışık sızar, sen de belki “Evet, galiba fark ediyorum ki, var olması yok olmasından çok daha muhtemel” deme cesaretini bulabilirsin. Şayet denersen ve sonuçta “Yine de ikna olmadım” dersen, en azından arayışını samimiyetle sürdürmenin huzurunu yaşarsın. Ama eğer “Evet, bu kadar işaret bana yetiyor” dersen, belki de yepyeni bir merhaleye geçersin.


Belirsizlik içinde kıvranmaktansa, gerçeğe yaklaşmanın huzurunu yaşamak, en azından denemeye değer değil mi? Bana sorarsan, değerdir. Hayat kısadır, ömür akıp gidiyor. Muhtemel bir sonsuzluğun kapısını çalmadan geçmek, geriye dönüp bakınca büyük pişmanlık olabilir. Kendi ruhuna, aklına ve yüreğine güven. “Bilmiyorum”dan “acaba haklı olabilirler mi?” yoluna gir; belki “Ben bu gerçeği buldum” diyecek kadar kuvvetli bir inanç bulacaksın. Ve işte o inanç, belki de senin hayatına bambaşka bir anlam, tutku ve derinlik katacak.


Sözlerime burada son verirken, sana sevgi ve selam gönderiyorum. Unutma, sorularınla barış, ama cevap arayışını da asla bırakma. Belki de evrenin en büyük sırrı, senin “bilmiyorum” perdesini aralamanı bekliyordur.