ATEİST Ekonomist ARKADAŞIMA MEKTUP
Sen bir ekonomistsin; insanların üretim, tüketim, dağıtım faaliyetlerini, piyasa dengelerini, değer ölçümlerini, kıt kaynaklarla sonsuz ihtiyaçlar arasındaki ilişkiyi inceliyorsun. Ekonomi denince akla rasyonel aktörler, fayda-maliyet analizleri, çıkar maksimizasyonu gelir. Ama gerçek hayatta insanlar sadece maddi menfaat peşinde değildir. Hayır kurumlarına bağış yapar, hiç tanımadığı birine yardım eder, fedakârlıkta bulunur, haksızlığa karşı direnir. Bu davranışların ekonomik rasyonaliteyle uyumsuz olduğunu fark etmiyor musun?

İnsanlar bazen ekonomik açıdan kârsız hareketlerle gurur duyar, bazen hayatını tehlikeye atacak biçimde değerlerine sadık kalır. Evini, servetini, hayatını riske atarak davasına hizmet eden, mazlumu koruyan, haklının yanında duran insanlar ekonomik modellerle açıklanamayan bir “yücelik” sergiliyor. Bu yücelik nereden kaynaklanıyor?
Toplumlar ekonomik sistemler kurarken adaleti, eşitliği, hakkaniyeti, etik ilkeleri göz önünde bulundurur. Eğer evrensel bir ahlaki standart, aşkın bir değer yoksa bu ilkeler neye dayanıyor? Güçlü olanın her istediğini yaptığı bir düzende ekonomi yalnızca kuvvetli aktörlerin çıkarına işler. Fakat insanlık her dönemde adil bölüşümü, merhameti, sosyal adaleti idealleştirmiş, yasalarla güvence altına almaya çalışmıştır. Bu dürtü, maddi menfaati aşan bir kaynağa işaret etmiyor mu?
Para, mal, mülk önemli ama insan sadece bunlarla tatmin olmuyor. “Daha fazlasını elde etme” dürtüsü kadar “paylaşma, dayanışma, yardımlaşma” da ekonominin içinde yer alıyor. İnsan neden kendine ekonomik zarar verecek davranışlarda bulunup başkalarını sevindirmeyi seçer? Evrimsel gen aktarımı desek, yardım edilen kişi genetik olarak uzaksa bu davranış mantıksız. Kültür veya norm desek, bu normları kim niçin inşa etti?
Ekonomi teorilerinde “güven” önemli bir faktördür. Ticaretin, piyasa ilişkilerinin, sözleşmelerin işlemesi için ortak bir güven duygusu gerekir. Güveni sağlayan nedir? Herkesin birbirini kandırmaya çalıştığı bir dünyada ekonomi çöker. Eğer aşkın bir referans, ortak değerler, bir vicdan standardı, “yanlış yaptığın zaman hesap vereceğin” bir üst otorite fikri olmasa, herkesin kısa vadeli çıkarı uzun vadeli güveni yok etmez miydi?
Toplumlarda ekonomik düzenin işleyebilmesi için adil bir hukuk, güvenilir bir sistem, paylaşım ve dayanışma mekanizmaları gerekir. Bu mekanizmaların arkasında hangi ideal yatıyor? Sadece maddi çıkarlarla açıklanamayacak kadar derin bir “hak-hukuk” anlayışı, insan onuru kavramı, kul hakkı endişesi görüyoruz. Bunlar hangi maddi temele dayanıyor?

İnsanlık tarihine bak: Kıtlık dönemlerinde dahi insanlar elindekini paylaşıyor, yardımlaşma ağları kuruyor. Bu davranışlar kısa vadeli çıkar mantığına aykırı. Fakat ekonominin sağlıklı işlemesi için toplumsal güven ve adalet şart. Bu şartları kim koydu? Eğer evrensel bir ahlaki zemin yoksa, bu evrensel yönelim neden var?
Ateist bir ekonomist olarak, belki insanın sadece menfaat peşinde koştuğunu, yardımlaşmanın da sonunda bir menfaat olduğunu söyleyeceksin. Peki menfaatin ötesine geçen manevi haz, vicdan tatmini, iyilikten duyulan içsel ferahlık nereden geliyor? Bu maddi bir çıkar değil, ruhsal bir doyum. Bu doyum, insanda maddi ötesi bir boyutun varlığını göstermiyor mu?
Ekonomi, para ve değer ölçer; fakat insanların değer verdiği şeyler her zaman para değil. Onur, haysiyet, erdem, dürüstlük, adalet, hak… Bu kavramlar somut, maddi ölçütlerle ifade edilemez. Ama ekonominin istikrarı için bu soyut değerlere ihtiyaç vardır. Soyut değerlerin kaynağı nedir? Rastgele toplumsal mutabakat diyerek geçiştiremezsin, zira farklı toplumlar benzer erdemleri yüceltir.
Ekonomi bize şunu gösterir: İnsan sadece tüketen, üreten, kâr peşinde koşan bir makine değil. İnsan değerler dünyasında yaşıyor. Bu değerler, aşkın bir kaynağı işaret ediyor. Eğer aşkın bir kaynak yoksa, bu değerler nereden zuhur etti? Menfaatin ötesine geçen bu ruhsal ihtiyaçlar, insana ilahi bir işaret fısıldamıyor mu?
Belki de insanın ekonomik faaliyetleri, temelinde ruhsal, manevi, aşkın değerlere dayanan bir toplumsal ahlakla dengeleniyor. Bu ahlakı tamamen yok sayarsan, ekonomi yalnızca gücün elinde acımasız bir silaha dönüşür. Tarih bunun örnekleriyle dolu. O halde ekonomik düzenin sürdürülebilirliği bile aşkın bir değerin varlığını zorunlu kılıyor. Tüm bunları görmezden gelip “Her şey maddi” demek, ekonominin altında yatan derin insani gerçeği inkar etmek değil midir?
