ATEİST Siyasetçi ARKADAŞIMA MEKTUP

Sen siyaset bilimcisisin; güç, iktidar, devlet, yönetim biçimleri, ideolojiler, uluslararası ilişkiler, siyasi kurumlar üzerine çalışıyorsun. Siyasi düzeni ayakta tutan, kitleleri bir arada tutan, hukuka itaati sağlayan, haksızlığı engelleyen, hak ve özgürlükleri güvence altına alan ilkeler nereden geliyor?

Bir devletin meşruiyeti nedir? Halkın rızası, toplumsal sözleşme, anayasa, kanunlar… Peki bu kanunlar doğru ya da adil olmak zorunda değil mi? Eğer aşkın bir ahlak standardı, bir “doğruluk” kıstası yoksa, gücü ele geçiren neden zalimce hükmetmesin? Siyaset biliminde adalet, hukukun üstünlüğü, insan hakları, özgürlük gibi kavramlar boş birer tanım mıdır?

Totaliter rejimleri eleştirirken hangi evrensel standarda dayanıyorsun? “İnsan hakları” dediğin şey nedir? Eğer insan sadece maddi varlık, tesadüfen oluşmuş bir hayvansa, ona özel bir hak, onur, değer atfetmek niye? Bu hak nereden geliyor? Evrensel bir ahlak kaynağını reddettiğinde, insan haklarını temellendirmek ne kadar mümkün?

Siyasi sistemler halkın refahını, özgürlüğünü, adaletini hedefler. Bu hedeflerin varlığı, siyaseti salt güç mücadelesinden çıkarıp bir idealler manzumesine dönüştürüyor. İdealler maddi temellere dayanmaz; aşkın bir iyi, doğru ve adil fikri gerektirir. Bu fikri hangi şuursuz evrim veya rastgele süreç üretiyor?

Siyaset bilimci olarak rasyonel aktörlerin stratejilerini incelersin. Fakat rasyonalite sadece çıkarı değil, aynı zamanda ilkeleri, değerleri, uzun vadede adaleti gözetir. Eğer insanlar tamamen çıkar odaklı olsa, ahlak, adalet, özgürlük neden yüceltici kavramlar olsun? Güçlüler güçsüzleri ezerken, buna itiraz edenler hangi aşkın değere yaslanıyor?

Demokrasi fikri “her bireyin eşit değere sahip olması” anlayışına dayanır. Bu eşit değer, maddi temelde nasıl açıklanır? Bazıları daha zeki, daha güçlü, daha yetenekli doğabilir. O halde eşitliğin felsefi temeli nerede? İnsanların özde eşitliği, bir Yaratıcı’nın onları eşit yaratması fikriyle tutarlı değil mi?

Uluslararası hukuktan bahsediyorsun, anlaşmalar, sözleşmeler, savaşların hukuku, insanlığa karşı suçlar, soykırımın evrensel kınanması… Bu evrensel kınama hangi kaynaktan güç alıyor? Her devlet kendi çıkarını gözetseydi, evrensel kınama anlamsız olurdu. Demek ki devletler, toplumlar, milletler, aşkın bir adalet ilkesi olduğunu zımnen kabul ediyor.

Siyasetin kuramcıları, Platon’dan Locke’a, Montesquieu’den Rawls’a kadar hep adalet, özgürlük, erdem, hukuk fikri etrafında döner. Bu kavramlar soyut ve aşkın kavramlardır; sırf maddi çıkar dengesini aşar. Neden siyasetin büyük düşünürleri hep aşkın değerlere referans verir? Bu referans, insandaki derin bir kodun ürünü değil mi?

Ateist bir siyaset bilimci olarak belki ideolojileri, çıkar çatışmalarını, güç dengelerini vurgulayacaksın. Ama güç her şeyi açıklamaz; yoksa zulmü kınadığın an çelişkiye düşersin. Zulüm kime göre yanlış? Eğer aşkın bir ilke yoksa, zulmün kötülüğü evrensel değil, görecelidir. Bu durumda siyaset bilimi, adaleti savunurken neye dayanıyor?

Siyaset, toplumu düzenler. Düzenin özünde bir teleoloji, bir amaç, bir doğruluk arayışı vardır. Bu amaç ve doğruluk rastgele oluşan kültürel uzlaşı mıdır, yoksa insanın fıtratına konmuş, aşkın bir kaynaktan gelen bir ilkeye mi işaret eder? İnsan bu ilkeyi inkar ettiğinde, sonu nihilizm olur. Nihilizmde siyasal düzen hangi temele oturur?

Belki de siyaset biliminde temel aldığın normatif ilkeler, aslında ilahi bir kaynaktan insana ilham edilen evrensel değerlerin yansımalarıdır. Bunu reddedersen, kendi savunduğun adalet, insan hakları, özgürlük, eşitlik gibi kavramların boşluğu ortaya çıkar. Bunların boş olmadığını hissediyorsun; öyleyse bu hissin kaynağını sorgula. Belki de siyasetin özünde aşkın bir hakikat vardır.