Deist Coğrafyacı ARKADAŞIMA MEKTUP

Madem ki sen deist bir coğrafyacısın; yeryüzünün şekillerinin, dağların, ovaların, nehirlerin, atmosferin bileşiminin, su döngüsünün, iklim kuşaklarının, bitki ve hayvan dağılımının nasıl ince hesaplarla belirlendiğini, ekolojik denge için gerekli koşulların ne kadar hassas olduğunu en iyi sen bilirsin. Dünya gibi sıradan bir gezegenin, bu uçsuz bucaksız evrenin içinde tam yaşanabilir bir “ekolojik yuva” haline gelmesi; Güneş’ten ideal mesafede, uygun dönüş hızı, doğru eksen eğikliği, atmosferdeki gazların kritik oranları, suyun bolluğu, toprağın mineral çeşitliliği, canlılara yönelik “tropikalden kutupsala” çeşitlilikte adaptasyon imkânı sunan iklimsel geçiş alanları… Bunlar sıradan bir rastlantının eseri olabilir mi?

Deist bakış, yaratıcı gücün evreni (ve dolayısıyla yeryüzünü) ilk anda var ettiğini, sonra kenara çekildiğini, ilgisiz kaldığını savunur. Fakat sen coğrafyacı olarak biliyorsun ki sistemlerin istikrarlı kalması için durmaksızın devinim ve uyum gerekir. Tektonik plakaların hareketi, volkanik faaliyetler, rüzgârlar, yağış döngüsü, okyanus akıntıları, canlılara besin sağlayan ekosistem zincirleri hep müthiş bir denge içinde. Küçük bir sapma, karalar çorak çöle döner, atmosfer solunamaz zehre dönüşür, sular buhar olup kaçar ya da donup yaşamı imkânsız kılar. Dünyanın bu “jeo-mühendislik harikası” yapısı, milyarlarca yıldır istikrarlı kaldı. Bir kez ayarlayıp sonra asla dokunmamak, kendi haline bırakmak gerçekten mantıklı mı?

Ayrıca coğrafi koşullar insan medeniyetlerinin gelişimini de belirler. Nehir kenarlarında medeniyetler filizlenir, verimli topraklar tarımı destekler, iklimin istikrarı yerleşik hayata imkân verir. Tarih boyunca peygamberler de toplumların moral coğrafyasında benzer rol oynadı: Bozulmuş sosyal topoğrafyayı yeniden şekillendirdiler, ahlaki erozyonu önlediler, değerler iklimini düzenlediler. Deist yaklaşım bu “manevi coğrafya mühendislerini” yok sayar, fakat sen coğrafyacı olarak görüyorsun ki fiziksel coğrafyanın istikrarı kadar, insanlığın kültürel ve ahlaki coğrafyasının da istikrarlı bir “iklim”e ihtiyacı var. Peygamberler, tam da ihtiyaca binaen ortaya çıkarak bu manevi ekosistemleri onarmış, yozlaşma seline set çekmiş, ahlaki çoraklaşmayı verimli değerlere dönüştürmüşler.

Sor kendine: Dünya gibi hassas bir dengeye sahip gezegeni bu kadar tutarlı kılan, aynı zamanda insan toplumlarında da doğru dönemde doğru elçileri (peygamberleri) gönderen güç, gerçekten hiçbir müdahale yapmıyor olabilir mi? Eğer öyleyse, böylesine isabetli “zamanlamalar” ve sürekli ideal koşullar nasıl açıklanacak? Sadece “ilk neden” diyerek işin içinden sıyrılmak, senin coğrafyacı tecrübenin gösterdiği dinamizmle çelişiyor. Belki de yaratıcı güç hem fiziksel hem manevi coğrafya üzerinde sürekli bir gözetim ve ayarlama yapıyor.


Dünya’nın yaşanabilir koşullarını, atmosferin ince ayarını, su döngüsünün sürekliliğini, toprağın verimliliğini, iklim kuşaklarının tam zamanında nimet sunmasını “ilk neden”e ve sonra umursamazlığa mı bağlayacaksın? Yoksa her çağda peygamberlerle manevî ekolojiyi de düzenleyen, coğrafyayı hem fiziksel hem ahlaki açıdan optimize eden bir Yaratıcının varlığını artık görecek misin?