Deist LİSELİ ARKADAŞIMA MEKTUP
Sana bu mektubu yazarken içimden geldiği gibi konuşmak istiyorum, sanki karşılıklı oturmuş çayımızı yudumluyormuşuz gibi. Çünkü biliyorum ki, kalbinin derinliklerinde yatan sorularla boğuşuyorsun, aklının sınırlarını zorluyorsun. Deist bakışın, bu sorgulamanın bir sonucu olduğunu da biliyorum. Ben de senin gibi merak eden, kafa yoran biriyim ve bu yüzden sana karşı dürüst olmak istiyorum.

Bak şimdi, sen de biliyorsun ki bu evren acayip bir şey. Hani böyle bazen kafanı kaldırıp yıldızlara baktığında içinden bir şeyler kopar ya, işte tam o hisle başlıyorum. Hani böyle bir “şey” var, ama ne? O “şey”in varlığı, düzeni, karmaşıklığı akıl alır gibi değil. Deist bakışın da tam bu noktada devreye girdiğini biliyorum. O “şey”in bir yaratıcısı olmalı, değil mi? Ama sonra o yaratıcı geri çekilmiş, bir daha karışmıyor.
İşte burada benim kafam karışıyor. Hani bir oyuncak kurarsın, sonra onu kendi haline bırakırsın ya… Ama bu evren öyle değil ki. Sanki her saniyesinde bir şeyler ayarlanıyor, düzeltiliyor, bir denge korunuyor gibi. Hani bir müzik aleti gibi, çalarken bir yandan da akordunun yapılması gibi. O kadar hassas bir denge var ki, sanki bir el sürekli dokunuyor, sürekli kontrol ediyor.
Sen diyeceksin ki “Yok canım, bir kere ayarlandı, yeter.” Ama biliyorsun ki hayat böyle değil. Bir kek yaparken bile her adımı kontrol edersin, fırının ısısını ayarlarsın, malzemeleri tam ölçüsünde koyarsın. İşte o “ilk neden” dediğimiz yaratıcı, sanki öylece bırakıp gitmiş olamaz gibi.

Hem sonra, biz insanlar neden bu kadar karmaşığız ki? Sadece yiyip içip, uyumakla yetinemiyoruz. İçimizde bir boşluk var sanki, bir arayış var, bir “anlam” arıyoruz. Birilerine sarılmak, sevmek, bir şeye inanmak istiyoruz. Hani sanki bir parçamız eksik gibi, o eksikliği tamamlayacak bir “şey” arıyoruz. İşte tam da bu noktada, peygamberler giriyor hayatımıza.
Peygamberler sadece birer “hikaye anlatıcısı” değil ki. Sanki onlar, o içimizdeki eksik parçayı tamamlamak için gönderilen rehberler gibi. Hani böyle karanlıkta yolunu kaybedince, bir el uzanır ya sana, işte öyle. Onlar bize ahlakı, sevgiyi, merhameti, umudu öğretiyorlar. Belki de o “ilk neden” dediğimiz yaratıcı, bizi yalnız bırakmak istemediği için o rehberleri gönderdi. Ne dersin?
Hem sonra bu aklı da unutmayalım. Hani bu karmaşık evreni çözmeye çalışıyoruz ya, onun sırrını merak ediyoruz ya… İşte o aklımız, o merakımız, o “anlama” çabamız da bir “şey”den gelmeli sanki. Belki de o yaratıcı, bizi karanlıkta bırakmak istemediği için bize bu aklı verdi. Bizi onun sırrına ortak etmek istedi.
Bazen düşünüyorum, belki de bu evren sadece bir kez kurulan bir sistem değil, belki de sürekli devam eden, sürekli yaratılan bir şey. Belki o yaratıcı da sadece başlangıçta değil, her an bizimle birlikte, her an bizim yanımızda. Hani böyle bir anne çocuğunu hiç bırakmaz ya, işte öyle.
Sen bu satırları okurken belki “Yok ya, öyle değil” diyeceksin, belki de içinde bir kıpırtı hissedeceksin. Ama ne olursa olsun, benim niyetim sadece seni düşünmeye sevk etmek. Belki bu soruların cevabı tam da düşündüğümüz gibi olmayabilir. Belki de daha büyük bir resim vardır, henüz göremediğimiz.
Ben sadece, kalbindeki bu arayışı dürüstçe sürdürmeni istiyorum. Merak et, sorgula, kafa yor. Belki cevaplar çok yakındır, belki de çok uzakta. Ama en önemlisi, bu yolda yalnız değilsin.
